GDO Dosyasının Detayları

2013 YILINDA GDO’LU PİRİNÇ HABERİ YAPTIM. HAKKIMDA MERSİN’DE DAVA AÇILDI. 19 YIL 6 AY HAPİS CEZASI VERİLDİ.

BU DAVA NEDENİYLE HAPİSTEN ÇIKAMIYORUM. DOSYA YARGITAY’DA

Taraf Gazetesi’nde 30 ve 31 Temmuz 2013 tarihlerinde yaptığım GDO’lu pirinç haberleri nedeniyle hakkımda 2015 yılı Haziran ayında, “hükümeti yıkmaya teşebbüs etmek ve terör örgütü yöneticisi olmak” suçlamasıyla dava açıldı. 2020 yılı Temmuz ayında ise bu haberler nedeniyle 19 yıl 6 ay hapis cezasına çarptırıldım.

Şaka falan yaptığımı zannetmeyin. Kansere neden olan GDO’lu pirinçleri ülkeye sahte belgelerle sokan kişileri haber yaptığım için bu ceza verildi. Ülkede hukukun, adaletin ve de gazeteciliğin geldiği noktayı göstermesi açısından bu davam da ibretlik. Hakkımda açılan ve verilen hapis cezasını anlamanız için haberimden 4 ay öncesine giderek olayları anlatmak istiyorum.  

GÜMRÜK BAKANI HAYATİ YAZICI: ÜLKEYE SAHTE RAPORLARLA GDO’LU PİRİNÇ SOKAN KİŞİLERİ YAKALADIK

2013 yılı Nisan ayının başında Mersin’de Gümrük Muhafaza Ekipleri ve Mersin Savcılığının ortak operasyonuyla rüşvet vererek sahte raporlarla ülkeye GDO’lu pirinç getirdiği söylenen bazı iş adamlarının yakalandığı medyaya yansıdı. İş adamlarından 7’si tutuklandı. Gaziantep ve Mersinli olan bu iş adamları AKP’ye yakınlıklarıyla biliniyordu. Bahse konu operasyonu dönemin AKP’li Gümrük Bakanı Hayati Yazıcı gerçekleştirmişti.

Başta Hürriyet gazetesi olmak üzere Milliyet, Vatan, Habertürk gazeteleri ve tüm medya bu operasyonla ilgili detayları manşetlerden okurlarına duyurdular. Tam bir ay bu operasyon manşetlerden inmedi. O dönem bu operasyonla ilgili haber yapmayan tek gazete ise Taraf Gazetesiydi. Gazetenin Mersin’de muhabiri olmadığı için operasyonla ilgili haber yapamamıştık.

TARIM BAKANI MEHDİ EKER: PİRİNÇLER GDO’LU DEĞİL

Medyada bir ay boyunca GDO’lu pirinç operasyonunun haber yapılmasının nedeni ise hükümetteki iki bakanın birbirini yalanlayan açıklamalar yapmalarıydı. Gümrük Bakanı Hayati Yazıcı pirinçlerin GDO’lu olduğunu, sahte raporlarla ülkeye GDO’suz diye sokulduğunu açıklarken; Tarım Bakanı Mehdi Eker, pirinçler GDO’suz, ambarda GDO bulaşmış diyordu. Mehdi Eker’in ardından topa Zafer Çağlayan girdi. Ardından o dönem parti sözcüsü olan Hüseyin Çelik kameralar karşısına çıktı ve işadamlarını tanıdığını, onlara kefil olduğunu, pirinçlerin GDO’lu olmadığını açıkladı.

Gümrük Bakanı Hayati Yazıcı tekrar kameralar karşısına geçti ve pirinçlerin GDO’lu olduğunu, Amerikalı bir firmaya ait olduğunu açıkladı. GDO’lu resmi raporlar kamuoyuyla paylaşıldı. Hürriyet gazetesi rapordan ayrıntılar verdi.


MEDYA MANŞETLERİ: HANGİ BAKANA İNANALIM? HANGİ BAKAN DOĞRU SÖYLÜYOR? AYIKLA PİRİNCİN TAŞINI

Bakanlar ve AKP’liler birbirine girmiş, demeç savaşları başlamıştı. Adalet Bakanı Sadullah Ergin de perde arkasında olayın gerçek olduğunu savcılıktan aldığı bilgilerle yakın çevresine aktarıyordu.

Bakanların bu farklı açıklamaları üzerine Hürriyet, Vatan ve Milliyet gazetesi şu manşeti attılar: “Ayıkla pirincin taşını, hangi BAKAN doğru söylüyor. GDO’lu pirinçte ikinci perde.” (EK: Nisan 2013 tarihinde konuyla ilgili medyada çıkan haberlerden birkaç örnek)

Hürriyet gazetesi Hayati Yazıcı’ya günlerce destek verdi. Ancak birkaç gün sonra Hürriyet’teki haberler değişmeye başladı. Nedeni bir gün sonra anlaşıldı. GDO’lu pirinçlerin getirildiği ABD’nin Ankara Büyükelçisi önce hükümet yetkililerini sonra Hürriyet gazetesini ziyaret etti. Pirinçlerin GDO’suz olduğunu söyledi. Bu ziyaretin ardından Hürriyetin manşetleri bir anda değişti. Hürriyet ABD’li şirketten yana tavır aldı. “Pirinçler GDO’lu değil” demeye başladılar.  

AKP’li Bakan ve milletvekillerinin ardından, Ulusal Baklagil Konseyi Başkanı “iş adamı” Mahmut Arslan kamuoyuna açıklama yaptı. Dünyada GDO’lu pirinç olmadığını, tutuklanan iş adamlarının masum olduklarını açıkladı. Çok geçmeden GDO soruşturması manşetlerden indi. Tutuklanan iş adamları serbest bırakıldı ve olay unutuldu.

Bu olaydan yaklaşık iki ay sonra (Mayıs 2013’te), Sağlık ve Gıda Güvenliği Hareketi adlı internet sitesi, gümrük muhafaza ekipleri ve savcılığın yaptığı bu soruşturmayla ilgili bilgileri internetten paylaştılar. 9 sayfalık bir bilgi notunu kamuoyuna açıkladılar. Notta savcılık iddianamesinden bilgiler, GDO’lu pirinçleri getiren firma yetkililerinin kimler olduğu, alınan sahte raporlar, pirinçlerin GDO’lu olduğuna dair resmi raporlar yer aldı. Mersin Cumhuriyet Savcılığının yaptığı soruşturmanın en çarpıcı belgelerini kamuoyuna açıkladılar. (Ek: Gıda Güvenlik Hareketinin o dönem yapıtı açıklama)  

BU OLAYDAN 4 AY SONRA BİR BAKANIN DANIŞMANI BENİMLE GÖRÜŞMEK İSTEDİ. O GÜNLERDE ANKARA’DA YAŞANANLARI ANLATTI

Bu operasyondan dört ay sonra, Temmuz 2013’te, bir dönem Başbakan Erdoğan’ın danışmanlığını yapan ardından o dönem bir bakanın danışmanı olarak çalışan bir arkadaşım bana haber gönderdi. Benimle görüşmek istiyordu. Kendisiyle önce evinde sonra da İstanbul Beylerbeyi’nde bir kafede buluştuk. GDO operasyonuyla ilgili Ankara’da o dönem perde arkasında yaşanan bazı bilgileri bana aktardı.

Bazı bakan ve işadamları, GDO’lu pirinçleri sahte raporlarla Türkiye’ye getiren firma yetkililerini kurtarmak için Başbakan Erdoğan’a yanlış bilgi aktarmışlar. Adalet Bakanına gidip, iş adamlarının serbest bırakılması için girişimlerde bulunmuşlar. Tarım Bakanı Mehdi Eker ve Hayati Yazıcı arasında gerilim olmuş. GDO’lu pirinç raporu veren İTÜ Rektörü ve öğretim görevlileri Ankara’ya çağrılıp, tehdit edilmiş. Hüseyin Çelik olaya müdahil olmaya çalışmış. Bazı bakanların bu girişimleri Mersin soruşturmasında teknik takibe takılmış.

Danışmanın bana aktardığı bilgilerden biri de Mersinli “iş adamı” Mahmut Arslan adında bir kişinin, bir yurt dışı gezisi sırasında Başbakan Tayyip Erdoğan’a olayla ilgili yanlış bilgi vermeye çalışmasıydı. Bu kişi GDO’lu pirinç soruşturmasının ardından Ulusal Baklagil Konseyi Başkanı olarak kamuoyuna açıklama yapan kişiydi.

Bunun gibi yüzlerce ayrıntıyı benimle paylaştı. Görüşme sonunda anladığım şuydu; Danışman arkadaşım iki bakanın “isteğiyle” benimle görüşmek istemişti. Bakanlar bu olayın yazılmasını istiyorlardı.  Bu danışman arkadaşla tanışmamı ve samimi olmamı sağlayan kişi de olayda ismi geçen bir Bakanın damadıydı.

TARAF GAZETESİNDE YER ALAN HABERİMDEN ÖNCE MAHMUT ARSLAN HAKKINDA  BASINDA ÇIKAN DİĞER HABERLER

Danışman arkadaşımın bana anlattıklarından sonra internete girmiş ve Mersinli iş adamı Mahmut Arslan hakkında küçük bir araştırma yapmıştım. Arslan hakkında Sabah gazetesinden, Habertürk’e, Milliyet, Sol gazetesine kadar yüzlerce haber olduğunu gördüm. AKP’li denen Mahmut Arslan hakkında Türk medyasında çıkan haberlerden bazı örnekleri göstereyim.

30/09/2011 tarihinde yani Taraf’taki haberden iki yıl önce Mersinli iş adamı Mahmut Arslan hakkında Milliyet gazetesinde şu haber yayınlanmış; “Polis takibindeki iş adamı 4 bakanlı zirveye katılmış.” Haberde bu kişinin sigara kaçakçılığı yaptığı gibi ayrıntılar mevcut. (Ek: milliyetteki haber)

31.12.2011 tarihinde Sol gazetesinde Mahmut Arslan’ın kaçakçılıkla servet biriktirdiği yönünde geniş bir haber yer aldı. Sabah gazetesinde ise bu kişinin ülkeye kaçak sigara soktuğu haberi yapıldı. MASAK raporuyla bu kişinin mallarına el konulduğu haberde yer aldı. (Ek ilgili haber)  

07.12.2012 tarihinde Habertürk Gazetesi “Terörün musluğu kesildi. PKK’yı besleyen şirketin 26 ortağına büyük darbe” başlığıyla Mahmut Arslan hakkında haber yaptı. PKK’yla sigara kaçakçılığı yapıp, terörü beslediği haberde anlatıldı. (Ek ilgili haber)

Bu haberler gibi yüzlerce haber internette mevcut. Ben, sizlere sadece  birkaç örnek sundum. Mahmut Arslan hakkında Ankara dahil birçok ilde dava mevcutmuş. Ceza aldığı bazı davalar ise Yargıtay’mış.

DANIŞMANIN ANLATTIKLARINI TARAF’TA İKİ GÜN HABER YAPTIM

Danışmanın bana anlattığı bilgileri teyit ettim. Ardından da 30 ve 31 Temmuz 2013 tarihlerinde Taraf gazetesinde haber yaptım. İlk günkü haberimin başlığı şöyleydi: “Başbakanı üç bakan yanılttı.” İkinci gün ise “Üç bakan teknik takibe takıldı” manşetini attık. Danışmanın bana anlattığı bilgileri, ismini ve kimliğini saklayarak haber yaptım. (Ek ilgili haber)  

DENGİR MİR MEHMET FIRAT: O İŞ ADAMI ARKADAŞIM. HABER DOĞRU DEĞİL. DÜZELTİN YOKSA TARAF’TAN İSTİFA EDERİM

Haberin çıktığı ilk gün (30 Temmuz 2013), bir süre önce Taraf’ta yazarlık yapmaya başlayan AKP’li Dengir Mir Mehmet Fırat, Taraf gazetesini arayıp Yayın Yönetmeni Neşe Düzel’le görüşmüş. Haberde ismi geçen Mahmut Arslan, onun yakın arkadaşıymış. Haberdeki iddialar asılsızmış. Haber düzeltilmezse gazeteden, yazarlıktan istifa edecekmiş.

Haberimiz doğruydu ve düzeltmedik. 31 Temmuz 2013 tarihinde bu kez danışmanın anlattığı diğer konuları yazdım. Bazı bakanların tutuklu 7 iş adamının salıverilmesi için yaptığı girişimleri anlattım. Pirinçlerin GDO’lu olduğuna dair rapor veren İTÜ Rektörünün Ankara’ya çağrılıp tehdit edildiğini yazdım.

Haberin çıktığı ilk gün eski Bakan Hüseyin Çelik’le de görüşmüştüm. Çelik’in açıklamalarına da haberde yer verdim. Tarım Bakanlığı haberimle ilgili “Cevap ve Düzeltme” metni göndermişti. Onu da yayımladım. (Ek ilgili haber)  

Haberi düzeltmediğimiz için Dengir Mir Mehmet Fırat, 31 Temmuz 2013 günü bir basın toplantısı düzenleyerek Taraf’taki yazarlık görevinden istifa etti. İstifa haberi aynı gün medyada yer aldı. (Ek ilgili haber)  

(Bu istifa haberini ve tarihi vermemin bir nedeni var. Bana 19 yıl 6 ay hapis cezası verilen davada, savcı ve polisler bu olayla ilgili dosyaya sahte bir tweet koymuşlar. Sahte tweette istifanın 28 Temmuz 2013’te olduğunu yazmışlar. Aşağıda bu sahteciliği detaylı anlatacağım.)

HABERLE İLGİLİ İLK SUÇ DUYURUSUNU TARIM BAKANLIĞI YAPTI. SAVCILIK: HABERDE SUÇ UNSURU YOK, GAZETECİLİK FAALİYETİ DEDİ

Taraf’ta yayımladığım bu haberin ardından Tarım Bakanlığı İstanbul Anadolu C. Başsavcılığına, haberlerle ilgili “hakaret, iftira, yargı görevini yapanı etkilemeye teşebbüs, gizliliği ihlal” suçlamasıyla suç duyurusunda bulundu. Savcılık 29.11.2013 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verdi. Haberin basın özgürlüğü kapsamında olduğunu söyledi. (Ek: KYOK kararı)  

HABERLE İLGİLİ İKİNCİ SUÇ DUYURUSU MERSİN SAVCILIĞINA YAPILDI. MERSİN SAVCISI DA AYNI KARARI VERDİ. “HABERDE SUÇ UNSURU YOK” DEDİ

Haberle ilgili ikinci suç duyurusu Mersin C. Başsavcılığına yapıldı. Yine aynı gerekçeyle suç duyurusunda bulunuldu. 20 Ocak 2014 tarihinde savcılık Kovuşturmaya Yer Olmadığına Dair Karar verdi. 10 sayfalık bu kararda haberin basın özgürlüğü kapsamında olduğu, AİHM ve Anayasa Mahkemesi kararlarıyla anlatıldı. (Ek: KYOK kararı)

Bu kararın altında imzası olan savcının ismi de çok önemli. Savcı Talip Akgedik 10 sayfalık kararında, haberin basın özgürlüğü kapsamında olduğunu, AİHM kararları kapsamında haberde suç unsuru olmadığını, gazetecilik faaliyeti olduğunu söyledi.

“HABERDE SUÇ UNSURU YOK, BASIN ÖZGÜRLÜĞÜ KAPSAMINDA” DİYEN AYNI SAVCI, AYNI HABERLE İLGİLİ BİR YIL SONRA İSE “BU HABER HÜKÜMETİ YIKMAYA YÖNELİK, FETÖ YAPTIRMIŞ” DİYE İDDİANAME DÜZENLEDİ

Talip Akgedik adlı savcı, bir yıl sonra ise aynı haberle ilgili yeni bir iddianame düzenledi. Üstelik yeni bir belge olmadan. Daha önce “haber basın özgürlüğü kapsamında, suç yok” diyen savcı bu kez “hükümeti yıkmaya teşebbüs ettiğimi, terör örgütü yöneticisi olduğumu, haberi bana Fethullahçıların yaptırdığını” iddia etti. Elinde tek bir kanıt olmadan. Bana 19 yıl 6 aylık hapis cezası verilmesine neden olan iddianameyi işte bu savcı düzenledi.

Şaka yaptığımı düşünmeyin. Yazının ekinde tüm belgeleri sizlere sunuyorum.  

SAVCI 17-25 ARALIK SÜRECİNDEN SONRA BİLE ÇOCUĞUNU FETHULLAHÇILARIN OKULUNDA OKUTMUŞ

Savcının neden böyle davranmak zorunda kaldığını ise duruşmalarda anladık. Beni yargıladıkları çuvala, Mersin’de cemaatin bir okul müdürünü de atmışlar. Bu müdür, savcının kendi okullarında çocuğunu okuttuğunu, 17/25’ten sonra bile çocukların okulda kaldığını söyledi. Hatta savcının çocuğunun ücretsiz okutulduğu yönünde bir iddiası da oldu. Okul müdürü bunu gibi onlarca ayrıntı anlatınca hemen onun dosyasını davadan ayırdılar. Onu tek başına yargılamaya karar verdiler.

Ortaya şu çıkmıştı; Savcının çocuğuyla ilgili bu durumunu birileri kullanmış, savcı bir yıl önce “suç unsuru yok” dediği habere, bir yıl sonra suç bulmuştu.

HABERİMLE İLGİLİ ÜÇÜNCÜ SUÇ DUYURUSUNU İSE “İŞ ADAMI” MAHMUT ARSLAN YAPTI. “HAKARET VE İFTİRA” SUÇLAMASIYLA DAVA AÇILDI.  

Haberimle ilgili üçüncü suç duyurusunu ise haberde ismi geçen Mersinli “iş adamı” Mahmut Arslan yaptı. Haberi 30-31 Temmuz 2013 tarihlerinde yapmıştım. Mahmut Arslan ise haberden 6 ay sonra 09.01.2014 tarihinde hakkımda “iftira ve hakaret” suçlamasıyla Mersin Savcılığına suç duyurusunda bulunmuştu.

Savcılık 08 Mayıs 2015 tarihinde hakkımda Hakaret ve İftira Suçundan iddianame düzenliyor. Mersin 2. Asliye Ceza Mahkemesi 27/05/2014’te iddianameyi kabul ediyor.

Mahkemenin bu iddianameyi kabul etmesi iki nedenle HUKUKEN MÜMKÜN DEĞİLDİ.  

ZAMAN AŞIMINDAN DOLAYI DAVA AÇILAMAZDI. İDDİANAMEYİ KABUL EDEN MAHKEME YETKİLİ VE GÖREVLİ BİR MAHKEME DEĞİLDİ.

Haber, Taraf gazetesinde yayımlandığı için Basın Kanunu’nun 26. maddesine göre haberin yayımlandığı tarihten itibaren 4 ay içinde davanın açılması gerekiyordu. Ben haberi 30 ve 31 Temmuz 2013’te yapmıştım. 1 Aralık 2013 tarihine kadar dava açılması gerekirken, suç duyurusu bu tarihten sonra yapılmış, dava haberden 10 ay sonra kabul edilmişti. 4 aylık zaman geçirildiği için dava açılması imkansızdı. Zaman aşımından dolayı mahkemenin davayı düşürmesi gerekirken bunu yapmadı.

Davanın Mersin’de açılması da hukuken mümkün değildi. Basın kanununa göre gazetenin merkezinde olan mahkemeler görevliydi. Taraf gazetesinin merkezi İstanbul Kadıköy’deydi. Basın kanununa göre dava açılacaksa İstanbul’da Anadolu Adliyesinde açılabilirdi. Çağlayan da bile açılamazdı. Görevli ve yetkili mahkeme İstanbul Anadolu adliyesiydi. Mersin yetkili ve görevli olmadığı halde, dosyayı İstanbul Anadolu Adliyesine göndermesi gerekirken bunu yapmayıp, davayı Mersin’de açtı. “Hakaret ve iftira” suçlamasıyla açılan bu dava hukuksuz şekilde Mersin’de görülmeye başlandı.

Bu davada mahkemede savunma bile yapmadım. İstanbul’da talimatla ifadem alınmaya çalışıldı. İfademde, “olaya ilişkin savunmamı ve belgelerin tamamını yargılama yapılan mahkemeye sunacağımı” söyledim. (Ek ilgili belge)  

Avukatım ve ben bu ifadem üzerine mahkemenin bizi çağırıp, ifademizi alacağını, elimizdeki belgeleri, delilleri isteyeceğini zannederken, mahkeme 23.12.2015 tarihinde savunmam bile alınmadan bana “hakaret” suçlamasıyla 1700 TL para cezası verdi. “İftira” suçundan ise “Beraatime” karar verdi.

Zaman aşımına uğramış, görevli olmayan bir mahkeme, hukuksuz bir şekilde üstelik de savunmamı almadan karar vermişti. Mahkemenin “hakaret” suçuyla ilgili gerekçesi ise şuydu: Taraf’taki haberimde Mahmut Arslan hakkında “Mersin’de dava olduğunu” iddia etmişim. Mahkeme Mersin adliyesine sormuş ve dava olmadığını söylemişler. Bu nedenle onun “şeref ve saygınlığına gölge düşürmüşüm.” Para cezasının gerekçesi buydu.

Oysa haberde “dava” değil “soruşturmalar” olduğunu yazmıştım. Mahkeme bu kararı verdikten bir ay sonra Mahmut Arslan hakkında Mersin’de 2015/13 sayılı dava açıldığı ortaya çıktı. Sadece bu değil başka dava ve soruşturmalar olduğu da ortaya çıktı. Yetkisiz ve görevsiz mahkeme, araştırma yapmadan ceza vermişti.

ZAMAN AŞIMINA UĞRAMIŞ, GÖREVLİ OLMAYAN MAHKEME BANA PARA CEZASINI NİÇİN VERDİ?

Bu cezayı vermelerinin asıl nedeni ise şuydu; 17-25 Aralık yolsuzluk sürecinde hükümeti eleştirmiştim. Yanlarında olmam için bana yaptıkları para teklifini reddetmiştim. Bunan üzerine hakkımda araştırma yapmışlar. Taraf gazetesinde daha önce yaptığım haberler nedeniyle 40’a yakın davamın erteleme kapsamında olduğunu görmüşler. Mersin’de bana bu ceza verilirse, erteleme davalarım bozulacak ve tekrar görülecekti. Ertelemedeki 40 davam bozulsun diye Mersin’de mahkeme hukuksuz bir şekilde hakkımda dava açıp, karar verdi.

Mahkemenin bana para cezası verdiğini ise gerekçeli karar tarafımıza tebliğ edilince öğrendik. Biz mahkemede savunma yapmayı beklerken, hakaret ettiğim gerekçesiyle para cezası aldığımı bu kararla öğrendik. Mahkeme 15 gün içinde Yargıtay’a itiraz yolu açık şekilde karara itiraz edeceğimizi belirtmişti. Hâkimin hukuk bilgisinin olmadığını bir kez daha gördük.

Bana 1700 TL para cezası verilmişti. Bu karalar kesindi ve itiraz edilemiyordu. Yargıtay yolu açık değildi. (EK: İlgili mahkeme kararı)

Kararda, Yargıtay’a itiraz yolu açık olarak belirtildiği için avukatım da karara itiraz etmek üzere çalışmaya başladı.

(Bu dava ve bu karar, bana hapis cezası verilen 19 yıl 6 aylık davayla bağlantılı olduğu için bu kadar detaylı anlatıyorum.)



BU DAVADAN AYLAR ÖNCE BENİ TELEFONLA ARAYAN BİR KİŞİ MAHMUT ARSLAN HAKKINDA BANA BELGE VE BİLGİ GÖNDERECEĞİNİ SÖYLEDİ

Mahkemenin bana hakaret suçlamasıyla para cezası verdiği bu karardan birkaç ay önce “iş adamı” Mahmut Arslan, iktidarın haber kanalı “A Haber”e çıkmıştı. Arslan, programda “kendisinin Tayyip Erdoğan’a bağlı olduğunu, Fethullahçıların kendisine kumpas kurduğunu” anlatıp durdu.

Aynı kişi daha sonra Sabah gazetesine aynı açıklamaları yaptı. Ardından da “Kanal7.com” internet sitesine benzer açıklamalarda bulundu.

Bu olaylardan birkaç gün sonra Taraf gazetesi sekreteri bana bir telefon olduğunu söyledi. Telefonu bağladı. Telefondaki kişi ismini vermek istemiyordu. Mahmut Arslan’la kendilerinin da davası olduğunu, elinde onunla ilgili dava ve soruşturma belgeleri olduğunu söyledi. Bana göndereceğini söyledi.

Bu kişinin bana göndereceği belgeleri bir süre bekledim. Göndermeyince de olayı unuttum. Çünkü bunun gibi yüzlerce telefon gazeteye geliyordu ve “belge göndereceğini” söyleyen kişiler, daha sonra göndermiyorlardı.

Hatırladığım kadarıyla 20 ya da 21 Şubat 2015 gibi gazetenin sekreteri beni bir kez daha telefonla aradı. Postayla bana birtakım belgeler geldiğini söyledi. Önce belgeleri ofisime göndermesini istedim. Sonra onu arayıp gazeteye uğrayacağımı, geldiğimde postayı alacağımı söyledim.

Gazeteye gittiğimde bahsettiği belgeleri aldım. 66 sayfalık belgede, Mahmut Arslan hakkında Mersin ve Ankara’da yürütülen soruşturmalar ve davalar hakkında bilgiler vardı. Ayrıca, Nisan 2013 tarihinde Hayati Yazıcı’nın yaptığı GDO’lu pirinç soruşturmasıyla ilgili belgeler vardı.

Bu belgelere bakınca mahkemenin bana “hakaret” suçlamasıyla 1700 TL para cezasını haksız yere verdiği ortaya çıkıyordu. Çünkü Mahmut Arslan hakkında bir sürü soruşturma ve dava olduğu resmî belgelerde görünüyordu. Mahkeme bilerek eksik araştırma yapmış ve bana hakaret suçundan ceza vermişti.

Postayla gelen bu 66 sayfalık belgeyi avukatıma gösterdim. Belgeleri ona verdim. O da hakaret suçlamasıyla bana verilen para cezasıyla ilgili Yargıtay itiraz dilekçesine bu belgeleri ekledi. Müvekkiline haksız yere ceza verildiğini söyledi. Bu belgeleri “delil” diye itiraz dilekçesine ekleyip mahkemeye gönderdi.

Yargıtay itiraz dilekçesine eklediğimiz bu belgeleri Mersin’de “gizli bir el” alıp savcıya vermiş. Savcı, daha önce Taraf gazetesindeki haberimle ilgili suç yok diyen Talip Akgedik adlı savcı. AİHM kararlarını gösterip, “Baransu’nun yaptığı haber basın özgürlüğü kapsamında, gazetecilik faaliyeti ve suç unsuru yok” diyen savcı.

Avukatımın Yargıtay dilekçesine eklediği belgeler, adı geçen savcıya gizli bir el tarafından verilince, bu kez hakkımda şöyle bir iddianame düzenledi; “Mehmet Baransu’ya bu belgeler 2015 yılı Şubat ayında postayla gelmedi. Bu belgeleri ona 30 Temmuz 2013’ten önce Fethullahçı polisler verdi. O da 30 ve 31 Temmuz’da bu belgelere bakıp haber yaptı. Haberinde tape, ses kaydı yayımladı. (Bu koca bir yalan. Mahkeme de kararında tape yayımlamadığımı kabul etti.) Mahmut Arslan 2004 yılında AKP Mersin Büyükşehir Belediye Başkan Adayıydı. AKP’li olduğu için Cemaat onu hedefe koydu. Baransu’ya da bu nedenle haber yaptırıldı. Asıl amaçları 17-25 Aralık gibi hükümeti yıkmaktı. FETÖ adına hükümeti yıkmak için Taraf gazetesindeki GDO’lu pirinç haberini yaptı. Üst akıl, Baransu’ya bu emri verdi ve o da bu haberi yaptı. Yargıtay dilekçesine eklediği belgelerle açıklanması yasaklı belgeleri açıklama suçu işledi. Mahmut Arslan hakkındaki gizli soruşturmayı ihlal etti. Bu nedenle FETÖ yöneticisi olarak, hükümeti yıkmaya teşebbüsten, ağırlaştırılmış müebbetle yargılanmasını istiyorum.” (Ek iddianameden ilgili bölümler)

İDDİANAMEDE SAVCININ YAZDIĞI BİR BÖLÜM

“Üzerinde GİZLİ ibaresi mevcut raporların (Bana postayla gönderilen 66 sayfalık belgede sadece birinin üzerinde gizli damgası var. O da emniyet istihbaratın raporu. GDO’lu pirinç operasyonunda 7 iş adamı tutuklanınca, AKP’li Hüseyin Çelik onları tahliye etmek için girişimlerde bulunmuş. Polisler de bunu üç satırlık nota yazmışlar. İstihbaratçılar bu notu hazırladığı için üzerine GİZLİ damgası vurmuşlar. Devletin gizli belgesi falan değil. Ekte bu belgeyi de sunuyorum) Mehmet Baransu’ya verilmiş olması ve Mehmet Baransu’nun vekilince de mahkemeye sunulması açık bir delil olduğu, hatta bu konuda Mehmet Baransu’nun bu konuları Taraf gazetesinde sürmanşetten verilmesi, (cümle düşüklükleri birebir iddianameden) yapılmak istenenin sadece Arslan ailesi ya da kendisini yıpratmak olmadığı, asıl hedefin ülkede bulunan siyasi otoritenin yıpratılarak kısmen veya tamamen işlevsiz hale getirilmek istenmesi, hükümet üzerinde olumsuz algı oluşturulması olduğu, bu anlaşılacağı, yapılan bu karalama kampanyası, suç uydurmalar ve yargılamalar kendilerinin CEBİRE uğradıklarının bariz göstergesi olduğunu…” göstermektedir.

Bu cümleleri yazan savcı, hükümetin Taraf’taki bu iki haberle, cebir kullanılarak yıkmak istediğimi iddia etti. Bir de avukatımın Yargıtay dilekçesine eklediği 66 sayfalık belgelerle hükümetin yıkılmaya çalışıldığını söyledi. Taraf’ta iki haber yapıp, “pirinç darbesiyle” hükümeti yıkacakmışım. Cebir olarak da “silah ve top yerine” kalemimi kullanmışım.

Dalga geçtiğimi düşünebilirsiniz ancak durum bu. İddianamede aynen bu nedenle suçlandım ve ceza aldım. Ağlanacak halimize gülüyoruz maalesef. Hukukun geldiği nokta bu. Bu iddianame nedeniyle bana 19 yıl 6 ay hapis cezası verildi. (Bu iddianameyi yazan savcı daha sonra ödüllendirildi ve Yargıtay’a üye olarak atandı.)

Savcı bir de iddianamesine tweet koymuştu. Savcıya göre bu tweetleri ben 28 Temmuz 2013’te yani Taraf gazetesindeki haberimden önce atmışım. Bu tweette Dengir Mir Mehmet Fıratı hedef almışım. Haberden önce 28 Temmuz 2013’te bu tweet atıldığı için de belgelerin bana haberden önce geldiğinin kanıtı bu tweetmiş. Postadan bana belge falan gelmemiş. Yalan söylüyormuşum. Mersin’de Mahmut Arslan hakkında soruşturmayı yapan 27 polis bu belgeleri bana vermiş. (Savcının dava dosyasına Tweet çıktısı diye sunduğu belgede tarih falan yok. Sahte olduğunun belgesini aşağıda anlatacağım.)

Savcının dosyaya ismini soktuğu 27 polis Mersin’de Mahmut Arslan hakkında yapılan soruşturmayı başlatan polisler. Bu nedenle Mersin’deki dosyaya ismim konuldu ve bu torbaya atıldım. Mersin’de sanık yapılmamın tek nedeni bu. Savcının düzenlediği bu iddianameyi mahkeme kabul etti. Hakkımda 19 yıl 6 ay hapis cezası verilmesine neden olan dava da böylece açılmış oldu.

BANA POSTAYLA GÖNDERİLEN 66 SAYFALIK BELGELERDE HANGİ SORUŞTURMA VE DAVALARLA İLGİLİ BİLGİLER VARDI?

Bana postayla gönderilen belgelerden de burada kısaca söz edeyim. 66 sayfalık belge 7 ayrı konu başlığını taşıyordu. Özetle şunlardan oluşuyordu.

1: Mahmut Arslan hakkında yürütülen soruşturmayla ilgili 7 sayfalık belge vardı. Bu belgelerde Mersin 3. Ağır Ceza Mahkemesince kabul edilen Mahmut Arslanla ilgili 2015/13 Esas sayılı davayla ilgili bilgiler vardı. Rüşvet verme, adil yargıyı etkileme gibi iddialar.  

2: Mahmut Arslan’la ilgili 6 sayfalık başka bir soruşturma belgesi. Mahmut Arslan’ın sigara kaçakçılığıyla ilgili 2011 ve 2012 yıllarında yargılandığı dava dosyası ve soruşturmayla ilgili bilgiler vardı. Medyada bu konu 2011 ve 2012’de haber yapılmıştı. PKK’yla sigara kaçakçılığı yapıldığına dair soruşturma. Habertürk ve Milliyet’te yer alan konuyla ilgili gazete haberlerini yukarıda göstermiştim. Bununla ilgili dava açılmış ve Yargıtay’da dava devam ediyordu.  

3: Nisan 2013’te Mersin’nde GDO’lu pirinç operasyonu yapılınca Gıda Güvenliği Harekatı, bu soruşturmayla ilgili internette 9 sayfalık bir açıklama yapmış. Polis fezlekesi ve soruşturmanın içeriğinden bilgi vermiş. Kamuoyuna duyuru yapmış. Bazı belgeler yayımlamış. İşte internette olan bu 9 sayfalık belge bana 10 sayfa olarak gönderilen bilgiler arasında vardı. Bana belgeleri gönderen kişi internetteki bu açıklamayı da zarfın içine koymuş.

4: GDO’lu pirinçlerle ilgili 7 sayfalık bir belge. Bu belgeyi mahkeme gerekçeli kararında özenle sakladı. Çünkü, bu belgede Mersin 1. Ağır Ceza Mahkemesindeki 2013/136 Esas sayılı dosyasındaki bilgiler vardı. Tiryakioğlu firması hakkındaki dosya. Nisan 2013 tarihinde basına da yansıyan, yukarıda haberleri örnek gösterdiğim GDO’lu pirinç olayıyla ilgili dava belgeleri. Gümrük Muhafaza ve Mersin Savcılığının yaptığı soruşturma sonucunda açılan davadaki bilgiler bana postayla gönderilmiş.

5: Firmaların sahte evraklarla tarım bakanlığına bağlı laboratuvarlardan aldığı GDO’lu değildir evraklarıyla ilgili bilgilerin yer aldığı 10 sayfalık belge. Bu belge de Nisan 2013 tarihinde gözaltına alınan iş adamlarıyla ilgili.  Mersin 4. Ağır Ceza Mahkemesi 2013/114 esas sayılı dosyadaki bilgiler. (Açılan davayla ilgili bilgiler.)

6: Mahmut Arslan’la ilgili 20 sayfalık soruşturma bilgisi. Mahmut Arslan bilirkişileri etkileyip, gerçeğe aykırı raporlar alıyormuş. Rüşvet iddialarının tespit edildiği soruşturma. Mahmut Arslan bu soruşturmayla ilgili iki ayrı mahkemede yargılandı. 2015’te bu konuyla ilgili dava açılıyor ve dava açıldıktan sonra bana postayla bu belgeler gönderiliyor.

7: Firmaların Çanakkale Komutanlığına GDO’lu pirinç verdiğine dair olayın anlatıldığı 6 sayfalık dava bilgisi. Mersin 5. Ağır Ceza Mahkemesinde 2013/152 esas sayıyla görülen ve 2015/242 karar sayısıyla sanıklara 7 yıl ve üzeri hapis cezası verilen dava. Yargıtay Ceza Genel Kurulu bu hapis cezalarını 2019’da onayladı. Bu dava 2013 yılında görülmeye başlayınca, dosyadaki belgeler bana 2015 yılında gönderilmiş.

Bana postayla gönderilen belgeler bunlar. Toplam 66 sayfa dedikleri belgelerde bunlar var. Hepsi dava konusu olmuş. Bazılarında hapis cezaları verilmiş, bazılarında beraat kararı verilmiştir. Bazı davalar ise halen devam etmekteydi. EK: Bana postayla gönderilen belgeler.

Avukatım işte bu belgeleri Mersin 2. Asliye Ceza Mahkemesi’nin “hakaret” suçlamasıyla bana verdiği cezaya yönelik temyiz dilekçesine ekleyip Yargıtay’a gönderdi. Yargıtay’a delil diye sunduğumuz belgelerden suçlandım ve bana 19 yıl ve 6 ay hapis cezası verildi.  

MAHMUT ARSLAN HAKKINDAKİ SORUŞTURMA

Bana postayla 2015 Şubat ayında gönderilen belgelerde Mahmut Arslan’la ilgili 3 ayrı olaya ilişkin belge gönderilmişti. Bu belgelere göre, Mersin ve Adana savcılığı 2012 yılında Mahmut Arslan hakkında soruşturma başlatmış. Soruşturmanın gerekçesi ve iddialar ise şu: Arslan ailesi ve damatları olan avukatı, haklarındaki davaları, soruşturmaları etkilemek için bilirkişilere rüşvet vermişler. Polis bu rüşvetin görüntüsünü almış. Bazı hakimleri etkilemeye yönelik girişimleri olmuş. Bu ve bunun gibi iddialar bilgi notlarında yer alıyordu.

Mahmut Arslan, kardeşi ve aile üyeleri hakkında “yargı görevini yapanı etkileme, rüşvet almak vermek, suç işlemek amacıyla örgüt kurmak, resmî belgede sahtecilik, 5607 sayılı kanuna muhalefet, fuhuş, fuhşa aracılık” gibi suçlamalardan haklarında soruşturma açılmıştı. (2015 yılında ise bu suçlardan bazılarıyla ilgili dava açıldı.)  

17/25 Aralık 2013’ten sonra hükümet tüm Türkiye’de emniyet camiasında bir “temizliğe” girişince, Mersin’de bu soruşturmayı yapan polisler hedefe konmuştu. “Gizli bir el” o tarihte Yeni Şafak gazetesine yalan bir haber yaptırdı. Yeni Şafak gazetesi güneyde bir ilde, Mersin’de Başbakan Erdoğan’ın dinlendiğini manşetten okurlarına duyurdu. Yeni Şafak gazetesinin kastettiği olay, benim yargılanmama neden olan Mahmut Arslan hakkındaki bu soruşturmaydı. Ancak, Yeni Şafak’ın bu haberinin yalan olduğu ortaya çıktı. Tayyip Erdoğan dolaylı ve/veya direkt hiçbir şekilde Mersin’de dinlenmemişti. Bu iddia tamamen asılsızdı.

Yeni Şafak’a haber yaptıran birileri, kirli ilişkileri ortaya çıkmasın diye, Başbakan Erdoğan’ın dinlendiğiyle ilgili yalan haber yaptırmış, bazı şeylerin üstünü örtmek istemişlerdi. Hedeflerine de ulaştılar. Bu haber sonrası Mersin’deki tüm polisler görevden alındı. Yerlerine yenileri atındı.

Şunu tekrar belirteyim. Yargılandığım davanın iddianamesinde, Erdoğan’ın dinlendiğiyle ilgili tek bir iddia, tek bir suçlama olmadı. Çünkü haber baştan aşağı yalandı. Polisleri görevden almak için Yeni Şafak’a bu yalan haber yaptırılmıştı.

Mahmut Arslan ve ailesi de aynı günlerde haklarındaki soruşturmayı sulandırmak için FETÖ iddialarını ortaya atmaya başladılar. FETÖ’cüler kendilerine iftira atmışlar. AKP’li oldukları için hedefe konmuşlar. Ben de kendilerini bu nedenle haber yaparak hedefe koymuşum. İddiaları buydu.

Mahmut Arslan hakkındaki soruşturmayı BAŞLATAN polisler önce açığa alındılar. Sonra görevden uzaklaştırıldılar. Sonra da yargılandığım bu dava açıldı. Sanık oldular. Bana belgeler postayla gelmesine rağmen, savcı belgeleri bu 27 polisin bana verdiğini iddia ediyordu. Elinde tek bir somut kanıt ise yoktu.

POLİSLER AYNI OLAYLA İLGİLİ BİR MAHKEMEDE SANIK YAPILDI. DİĞER MAHKEMEDE İSE TANIKLARDI.

BAŞLATAN kelimesini büyük harflerle yazdım çünkü, bu polisler görevden alındıktan sonra yerlerine başka polisler atandı. Yeni atanan polisler Mahmut Arslan hakkındaki soruşturmayı tamamlayıp, onu ve ailesini gözaltına aldılar. Sonra da Mahmut Arslan hakkında davalar açıldı. Bu polisler halen görevdeler ve bir tanesi Süleyman Soylu’nun yakın ekibinde. Ankara’ya tayini çıkarıldı.

Mahmut Arslan hakkında soruşturmayı başlatan polisler, FETÖ’cü diye suçlanırken, onların yerine gelen ve Mahmut Arslan ve ailesine operasyon yapan polisler ise halen görevdeler. O soruşturmayı tamamlayan savcı halen görevde. Mahmut Arslan’ı yargılayan hakimler halen görevdeler. Tek suçlu ise soruşturmayı başlatan polisler oldu. Onlar suçlu ama onların başlattığı soruşturmayı tamamlayanlar polisler şu an görevdeler.  

Daha komiğini söyleyeyim. Mahmut Arslan hakkında soruşturmayı başlatan 27 polis, benim yargılandığım davada sanık yapıldı. Arslan’a kumpas kurdular diye. Bu mahkemenin hemen yanındaki iki ayrı mahkemede ise Mahmut Arslan, onların başlattığı soruşturmalarda sanık olarak yargılanıyor. Bu polisler oradaki dosyada ise tanık olarak mahkemede dinlendiler. Rüşvet ve diğer olayları nasıl yakaladıklarını mahkemede anlattılar.  

Şaka falan yapmıyorum. Aynı olayla ilgili bir mahkemede sanıklar, diğerinde ise tanıklar. Yargılandıkları davada “Mahmut Arslan’a kumpas kurdular” diye suçlanıyorlar. O mahkemeden çıkıp yan taraftaki mahkemeye geçiyorlar. Burada ise hakimler onları “kumpas kurmamışsınız. Rüşvetin belgesini ortaya çıkarmışsınız. Tanık olarak soruşturmayı anlatın.” diyorlar.

Şaşırdığınızın farkındayım ama daha çok şaşıracaksınız. Bunlar daha hiçbir şey. Mahkemede Cumhuriyet tarihe geçecek hukuk skandalları yaşandı. Tek tek özetle anlatacağım.  

BU DAVA NEDENİYLE MERSİN’DE TUTUKSUZ YARGILANIYORDUM. 15 TEMMUZ DARBE GİRİŞİMİNDEN SONRA, CEZAEVİNDE, HÜCREMDE “DARBEYE İŞTİRAK ETTİĞİM İÇİN” TUTUKLANDIM. (ŞAKA FALAN YAPMIYORUM…)

Taraf’taki iki haberle hükümeti yıkmaya teşebbüs ettiğim iddiasıyla yargılandığım dava 2015 yılında başladı. Savcı, Haziran 2015’te tutuklanmamı talep etmişti. Mahkeme reddetti. Eylül, Ekim 2015 tarihli duruşmalar ve Ocak, Mayıs 2016 tarihli duruşmalarda ise savcı bu sefer polislerle birlikte tutuklanmamı talep etti.

Mahkeme, dava dosyasında tutuklu yargılama yapacak delil olmadığını söyleyerek, savcılığın taleplerini hep reddetti. Ancak 15 Temmuz 2016 tarihindeki darbe girişiminden sonra, daha önce tutuklanmama ilişkin talepleri reddeden mahkeme 22 Temmuz’da beni “darbe teşebbüsünün içinde olduğum gerekçesiyle” tutukladı.

Mahkeme başkanına, “hücreden darbe girişimine nasıl katıldığımı bana açıklar mısınız?” diye sordum. Tabi ki cevap veremedi. Dosyada tutuksuz yargılanan bir polisin de 15 Temmuz darbe girişimine katıldığını iddia eden mahkeme beni ve dosyadaki tüm isimleri tutukladı.  

Şaka falan yaptığımı zannetmeyin. O tarihte Silivri zindanında, A-3, 24 NOLU HÜCREDEYDİM. Hücreden darbeye katıldığım iddia edildi ve tutuklandım.

Dosyadaki bir polisin 15 Temmuz darbesine katıldığı iddiasının da koca bir yalan olduğu ortaya çıktı. Bu polis yargılandığı bu suçtan BERAAT etti ve beraat kararını getirip, hakimlere sundu. Darbe girişimiyle ilgisinin olmadığı ortaya çıktı. Mahkeme başkanı ve heyetinin o gün suratlarını görmenizi çok isterdim. Kıpkırmızı olmuş ve utançlarından yüzümüze bile bakamamışlardı. Resmen, gerçek dışı bir iddiayla bizleri tutuklamışlardı. Bizleri tutuklamak için gerekçe uydurmuşlar, bir polise iftira atmışlardı.

MAHKEME BELGELERİN POSTAYLA BANA GÖNDERİLDİĞİNİN ARAŞTIRILMASI TALEBİMİ KABUL ETMEDİ

Mahkemede, 2017 yılı Şubat ayında savunma yapmaya başladım. Mahmut Arslan hakkındaki soruşturma ve davalarla ilgili 66 sayfalık bilgi notlarının bana postayla geldiğini, polisleri tanımadığımı, onlardan belge almadığımı söyledim. Posta, kargo araştırması yapılmasını, bunun sonucunda belgelerin bana postayla gönderildiğinin ortaya çıkacağını söyledim.

Mahkeme talebime olumlu yanıt vermedi. Posta araştırması yapmadı.

Mahkemeden, niçin araştırma yapmadığını, gerekçesini bizlere yazılı olarak sunmasını istedim. Gerekçeyi hiç açıklamadığı gibi taleplerimi hep reddetti. Ta ki 17 Temmuz 2020 tarihinde bana ceza verene kadar gerekçe açıklamadı. Ceza verdikten sonra gerekçeli kararda niçin posta incelemesi yapmadığını şöyle açıkladı: “Talep davayı uzatmaya yönelik olduğu için kabul etmedik.” (EK Mahkemenin ilgili kararı.)

Ben POSTA ARAŞTIRMA talebinde 2017 yılında bulunmuştum. Mahkeme tam 4 yıl bu araştırmayı yapmadı. 2017 yılındaki talebin davayı uzatmaya yönelik olduğuna ise 2020 yılı Temmuz ayında karar verdi. Posta incelemesi yapmadı çünkü yaparsa belgelerin bana postayla geldiğini mahkeme heyeti görecekti. Bu gerçek ortaya çıkmasın diye posta incelemesi yapmadı.


İDDİANAMADEKİ YALANI - 1

POLİS VE SAVCI DAHA OLMAMIŞ OLAYLARLA İLGİLİ SAHTE TWEET HAZIRLAYIP DOSYAYA DELİL DİYE KOYMUŞ

Yargılandığım davada polis ve savcı dosyaya bazı sahte tweetler koymuş. Bu tweetleri ben 28 Temmuz 2013 tarihinde atmışım. Bu tweetler de belgelerin bana haberden önce verildiğinin kanıtıymış. Belgeler bana postayla gelmemiş. Dava dosyasındaki 27 polis vermiş.

Dava dosyasında savcının iddiasına göre 28 Temmuz 2013 tarihinde şu 3 tweetleri atmışım.

1: "Bu bakanlar ve Fırat gibi ak partililer GDO lu pirinç skandalında ses kayıtlarını görmeden haber yaptığımı mı düşünüyor."

2: “GDO'lu pirinçle ilgisi olmayan arkadaşının fotoğrafını basmışım Fırat'a göre. Ses kayıtlarında Fırat ne konuşuyordu kemi si... sıpa diyordu.”

3: Dengir Mir Mehmet Fırat haberim yüzünden Taraftan istifa etmiş. Komisyonculuk yapan ortağıyla ses kayıtlarını açıklasın önce beyefendi."

Savcı iddianamede aynen şunu iddia etti; “Baransu, 2013 yılı 7. ayda bu tweet üzerinden bunları haber yapacağını söyledi. Tweetlerde ses kaydı yayımladı. Mehmet Baransu’nun Dengir Mir Mehmet Fırat’a yönelik aynı şekilde 28 Temmuz 2013 tarihli twitter mesajlarında GDO ile ilgili mesajları bulunmaktadır. Bu mesajları attığı tespit edilmiştir.” (Ek: iddianamedeki tweetle ilgili o bölümler)

Savcı bu iddiayı iddianamede tam 40 yerde yazıp, tekrarlamış.

Bu tweetleri 28 Temmuz 2013’te atarak, haber öncesi soruşturma dosyası ve ses kayıtlarının elimde olduğunu kabul etmişim. Belgeler bana 2015 yılında postayla bu nedenle gelmemiş. Gerçeği söylemiyormuşum. AKP’li iş adamı Mahmut Arslan’ı hedef almışım. Ancak asıl hedefim hükümetmiş. 2004 yılında Mersin Belediye Başkan adayı Mahmut Arslan’ı hedef alarak aslında hükümeti hedefe koymuşum. (Ek: iddianameden ilgili bölümler)  

Dava dosyası bize sunulunca şunu gördük. Dosyaya tweet çıktısı diye konulan tek sayfalık kağıt parçasında herhangi bir tarih yok. Ancak soruşturmayı savcı adına yürüten polisler müşteki olarak ifade vermişler. Mahmut Arslan ve ailesi ifade vermiş. Bu tweeti 28 Temmuz 2013’te attığımı iddia etmişler. Ancak delil diye koydukları tek sayfalık kâğıt parçasında her hangi bir tarih falan yok. (Delil diye konulan o sahte tweet)

HABERİ TARAF’TA 30 TEMMUZ 2013’TE YAPTIM. ORTADA HENÜZ HABER YOKKEN TARAF GAZETESİNDE HABER ÇIKMIŞ GİBİ 28 TEMMUZ 2013’TE NASIL TWEET ATMIŞ OLABİLİRİM?

Tweetin sahte olduğu ortadaydı. İçeriği de sahte olduğunu ortaya koyuyordu çünkü; bu sahte tweete göre Taraf gazetesindeki GDO ile ilgili haber 28 Temmuz 2013’te yayımlanmış olması gerekiyordu. Çünkü tweette Dengir Mir Mehmet Fırat’a hitaben şu yazılmış; “Arkadaşının fotoğrafını basmışım Fırat’a göre.”

Dengir Fırat’ın arkadaşı Mahmut Arslan’dı.

Arslan’ın fotoğrafı Taraf gazetesinde ilk kez ne zaman yayımlandı? 30 Temmuz 2013 tarihinde.

Sahte tweette ne yazılmış; Ben 28 Temmuz’da Taraf gazetesinde GDO pirinç haberini yapıp, Arslan’ın fotoğrafını basmışım. Peki haber Taraf gazetesinde ne zaman çıkmış? 30 Temmuz 2013 tarihinde. Yani sahte tweetten iki gün sonra.

Tweetin sahte olduğu, savcının iddiasının gerçeği yansıtmadığı ortada. Daha ortada haber yokken, haber yayımlanmamışken, fotoğraf gazetede çıkmamışken ben nasıl olur da “Arkadaşının fotoğrafını basmışım Fırat’a göre” diye tweet atabilirim. O tarihte yani 28 Temmuz 2013 tarihinde ortada ne haber ne de yayımlanan bir fotoğraf var. Olmayan şeyle ilgili tweet atılması imkansız.

DENGİR MİR MEHMET FIRAT, 31 TEMMUZ 2013’TE TARAF GAZETESİNDEN İSTİFA ETTİ. DAHA İSTİFA ETMEDEN 28 TEMMUZ 2013’TE İSTİFA ETMİŞ GİBİ SAHTE TWEET HAZIRLAMIŞLAR. TARİHLERE BİLE BAKMADAN SAHTE TWEET DOSYAYA KOYMUŞLAR.

Dosyadaki üçüncü tweette ne yazıyordu. “Fırat, haberim yüzünden Taraf’tan istifa etmiş.”

Savcının iddiası ne: Bu tweet 28 Temmuz 2013 tarihinde atıldı. Bu durumda Fırat’ın 28 Temmuz’da Taraf gazetesinden istifa etmiş olması gerekli. Fırat, Taraf gazetesinden ne zaman istifa etmişti? 31 Temmuz 2013’te. (Ek. Fırat’ın istifa haberini yapan internet siteleri.)

Dengir Mir Mehmet Fırat istifa etmeden üç gün önce, nasıl istifa etmiş gibi tweet atılabilir?

İDDİANAMEDE BU SAHTE TWEET SAYFALARCA ANLATILDI.

İşte bu sahte tweeti dosyaya savcı adına soruşturmayı yapan Mersin KOM Şube Müdürü ve Yardımcısı koydular. Amaçları ise benim üzerimden husumetli oldukları Fethullahçı olduğu iddia edilen polisleri suçlamaktı. Bu polis müdürleri hem dosyanın soruşturmasını yürütüp hem de davamızda müşteki yapıldılar.

Şaka falan yaptığımı düşünmeyin. Hem soruşturma dosyasını hazırladı bu polisler. Hem de ben dahil tüm polislerden şikayetçi olup müşteki yapıldılar. Hukuk adına tam bir skandal durum. Hem kolluk görevindeler hem de müştekiler. (Ek. Müşteki olduklarına dair iddianamede ilgili bölüm. Soruşturmayı yürüttüklerine dair belge)

Bu sahte tweetleri dosyaya koymalarının amacı belgelerin bana postayla gelmediğini kanıtlamak, Fethullahçı 27 polisin belgeleri bana verdiğini iddia etmekti. İddianame sayfa 161, 162, 163, 184 ve diğer sayfalarda tam 40 ayrı yerde bu yalan tekrarlandı. (EK İddianamedeki ilgili bölümler)

Sahte tweetteki “kemi si…. Sıpa” diyordu şeklinde bir ses kaydının ne soruşturma dosyasında ne de bana gönderilen 66 sayfalık belge de olmadığı da yargılamada ortaya çıktı.

AYNI POLİSLER BENİ SUÇLAMAK İÇİN DOSYAYA 9 ADET DAHA SAHTE TWEET KOYDULAR.

SAHTE TWETLERDE YAZILAN OLAYLARLA, GERÇEK OLAYLARIN TARİHLERİNİN YİNE FARKLI OLDUĞU ORTAYA ÇIKTI.

SAVCI VE POLİS, HENÜZ YAŞANMAMIŞ, 40 GÜN SONRA YAŞANACAK OLAYLA İLGİLİ, 40 GÜN ÖNCE YAŞANMIŞ GİBİ TWEET ATTIĞIMI İDDİA ETTİLER.

Bu tweetin yanı sıra 17-25 Aralık sonrası göreve getirilen ve yargılandığım dosyada savcı adına soruşturmayı yürüten polisler, benimle ilgili dosyaya 9 adet tweet daha koymuşlar.  Polis müdürlerinin ifadesine göre ben 19 Eylül 2014 tarihinde şu tweetleri atmışım. “Mersindeki polislere yönelik gözaltı saçmalığı bitsin, millet GDO dosyasını tüm ayrıntılarıyla bilecek.”

2014 yılında Mersin’de Fethullahçı olduğu iddia edilen polisler gözaltına alınmıştı. Savcı ve polisler de bu gözaltı sonrası 19 Eylül 2014 tarihinde böyle bir tweet attığımı iddia ettiler. İddianame sayfa 162 ve 163 ve ilerleyen sayfalarda 4 ayrı yerde bu tarihte bu tweetleri attığım iddia edildi. Bu tweetin yanına 4 tane de ayrı tweet koymuşlar. Yine tek sayfalık bir çıktı eklemişler. (EK: İDDİANAME SAYFA 163, 164.)

Savcı bu tweetlerin atıldığının tespit edildiğini de iddianamesine yazdı. Ancak ne savcı ne de polisler herhangi bir TESPİT TUTANAĞI dava dosyasına koymadılar. Koyamazlardı çünkü bu tweetler de sahteydi. Neden mi?

Savcının ve emrindeki polislerin iddiasına göre 19 Eylül 2014’te ben böyle bir tweet atmıştım. Yani bu tweete göre Fethullahçı polislerin 19 Eylül 2014 tarihinde gözaltına alınmış olmaları gerekliydi. Ki ben böyle bir tweet atmış olayım.

Fethullahçı polisler bu tarihten 40 gün sonra gözaltına alınmışlar. Mersin’deki polisler 28 Ekim 2014 tarihinde ilk kez gözaltına alınmışlar. Yani 19 Eylül 2014 tarihinde böyle bir olay yok. Olmadığı için de benim böyle bir tweet atmam imkansız.

142 KARAKTER TWEET ATILMASI İMKANSIZKEN SAVCI VE POLİSLER 142 KARAKTER TWEET ATTIĞIMI İDDİA ETTİLER.

2014 yılında tweeterda 140 karakterden fazla tweet atılması imkansızdı. Dosyaya delil diye konulan ve 5 adet tweetin yer aldığı çıktıda ise benim 142 karakterden oluşan tweet attığım iddia edildi. İddianın sahibi yine dosyayı savcı adına yürüten Mersin Emniyet Müdürlüğüydü. Bu kişilere göre ben 19 Eylül 2014 tarihinde “İşadamı Mahmut Arslan’a sürprizim var. Mehmet Ali’nin programında sallamakla olmaz. Resmi tapeler yok olmadı Sayın Arslan. Gdo’lu pirinç…” şeklinde tweet atmışım.

Mersin emniyetinin antetli kağıdına yazılıp altına imza atılan bu belgeyi hazırlayanlar, tweeti kaç karakterden oluştuğunu ise saymayı unutmuşlardı. Tweet toplam 142 karakterden oluşuyordu ve atılması imkansızdı.

BU SAHTE TWETLERİ DOSYAYA NİÇİN KOYDULAR? ASIL HEDEF NEYDİ?  

Bu sahte tweetleri polis ve savcının dosyaya koyup beni neden suçlamaya çalıştıkları da yargılandığım davanın duruşmalarında ortaya çıktı. 17-25 Aralık sonrası hükümetin göreve getirdiği yeni polisler ile eski polisler (Fethullahçı olduğu iddia edilen) arasında husumet olduğu ortaya çıktı. Görevden alınan polisler, yeni gelen polisleri daha önce rüşvet ve çeşitli suçlamalar nedeniyle görevden almışlardı. Memuriyet hayatına uygun olmayan davranışların tespit edildiği için haklarında işlem yapılmış. Mersin Emniyetinden çevre ilçelere gönderilmişler. 17-25 Aralık sonrası ise bu kişiler göreve getirilmiş. Aralarında bir intikam savaşı başlamış ve ben bu savaşta kurban seçilmişim. Tek suçum ise Taraf gazetesinde haber yapmak. Bu polisleri suçlamak için arşivde arama yapmışlar. Bir şey bulamayınca da benim haberime tutunmuşlar. Bu polislerin bana haber yaptırdığını iddia etmişler. Zamanın ruhuna da ayak uydurup, asıl hedefin aslında AKP’yi yıpratmak olduğunu iddia etmişler.

Bu şekilde iddianame hazırlandıktan sonra hem polisler hem de savcı hükümet tarafından terfi ettirildi.


İDDİANAMEKİ YALAN - 2

DAVAYLA BİRLİKTE SAVCI VE POLİSİN TÜM İDDİALARININ YALAN OLDUĞU TEK TEK ORTAYA ÇIKTI.

30 TEMMUZ 2013’TE YAYIMLADIĞIM HABER ÖNCESİ ELİMDE OLDUĞUNU SÖYLEDİKLERİ NOTLARDA, EKİM 2013 VE 2014 YILINA AİT BİLGİLER VARDI. BU NOTLARIN 30 TEMMUZ ÖNCESİ YANİ HABERDEN ÖNCE BENDE OLMASI İMKANSIZ. SAVCI BANA POSTAYLA GÖNDERİLEN NOTLARI BİLE OKUMADAN SUÇLAMADA BULUNMUŞ  

Savcının iddiası bu notların bana 2015 yılında postayla gelmediği, 27 polisin bu notları bana 30 Temmuz 2013 tarihinden önce gönderdiğiydi. Haber öncesi notlara bakmış ve haber yapmışım. İddianame bana ulaşınca şunu gördüm. Savcı ve polisler bana postayla gelen 66 sayfalık belgeleri bile okuma zahmetinde bulunmamışlar. Çünkü belgelerde 2013 Eylül, Ekim tarihlerinde olmuş olaylarla ilgili bilgiler var. 2014 yılında olmuş olaylarla ilgili bilgiler var. (EK. Notlardaki o bölüm.)

2014 yılında olacak olayların, 2013 Temmuz ayında benim elimde olmasını iddia etmek, akıl ve mantıkla izah edilecek bir durum değil.

Mahkeme gerekçeli kararında, sayfa 713’te, savcının bu iddiasının gerçek olmadığını yazdı. 30 Temmuz 2013 tarihinden sonraki olayların bilgi notunda yer aldığını gerekçeli kararında belirtti. Bu notların haber öncesi elimde olmasının imkânsız olduğuna vurgu yaptı. İşte kararda yazılanlar: ‘Mehmet Baransu’nun sunmuş olduğu evrak içerikleri incelendiğinde 30.07.2013 tarihinden sonra gerçekleşen birtakım olayların bilgi notunda yer aldığı… anlaşılmıştır.” (EK: GEREKÇELİ KARAR SAYFA 713)


İDDİANAMEDEKİ YALAN - 3

İDDİANAME: “BARANSU TARAF GAZETESİNDE, TWEETTE, TAPE YAYIMLADI.”  

Savcı iddianamenin sekiz-on yerinde benim Taraf gazetesinde ve tweet adresimde (dosyaya koydukları sahte tweetler kastediliyor) GDO dosyasıyla ilgili tape yayımladığımı iddia etti. Bu dosyayla ilgili tapelerin bir kısmını 30-31 Temmuz’da Taraf gazetesinde yayımladığımı açık açık yazdı.  (EK: İddianamedeki o bölümler)

Bu sayede gizliliği ihlal ettiğimi, açıklanması yasaklı belgeleri açıkladığımı iddia etti.

YARGILAMA SONUNDA MAHKEMENİN GEREKÇELİ KARARA YAZDIĞI BÖLÜM: “MEHMET BARANSU NE TARAF GAZETESİNDE NE TWITTER’DA (tweetler sahte. Bana ait değil) NE DE AVUKATININ TEMYİZ DİLEKÇESİNDE TAPE, SES KAYDI YAYIMLADI. ÇÜNKÜ TAPE YOK.”

Mahkemede savunma yaparken hakimlerden, savcının bu iddiasıyla ilgili yayımladığımı söylediği tapelerin bana gösterilmesini istedim. Hem Taraf gazetesinde hem de bana ait olmayan polislerin dosyaya koyduğu sahte tweetlerde bunu göstermelerini istedim. Polislerin dosyaya koydukları toplam 12 tweette de tek bir ses kaydı, tape yoktu.

Hakimler bana böyle bir belge gösteremediler. Savcı alenen gerçeğe aykırı beyanda bulunmuş, bana iftira atmıştı.

Mahkeme bittiğinde, gerekçeli kararın 924’üncü sayfasında ne Taraf gazetesinde, ne avukatımın temyiz dilekçesine eklediği bana postayla gönderilen 66 sayfalık belgelerde ne de sahte olan tweetlerde ses kaydı, tape BULUNMADIĞINI mahkeme açıkça belirtti. (EK Gerekçeli karar sayfa 924.)


İDDİANAMEDEKİ YALAN - 4

İDDİANAME: BİLGİ NOTLARINI BARANSU’YA FETÖ’CÜ 27 POLİS VERDİ

MAHKEME GEREKÇELİ KARAR: BU BİLGİ-BELGELERİN KİM TARAFINDAN NE ZAMAN NE SURETTE BARANSU’YA VERİLDİĞİNİ TESPİT EDEMEDİK. BU İDDİA HER TÜRLÜ ŞÜPHEDEN UZAK KESİN VE İNANDIRICI DELİLLE İSPAT OLUNAMADI. 27 POLİSİN BERAATİNE

Yukarıda sıkça tekrarladığım gibi savcı belgelerin bana postayla geldiğine inanmamış, haber öncesi polislerin gönderdiğini iddia etmişti. Yargılama sonunda mahkeme gerekçeli kararında tam yedi ayrı yerde “Bu bilgi ve belgelerin kim tarafından, ne zaman, nasıl verildiğinin tespit edilemediği” yazdı. Gerekçeli karar sayfa 713’te aynen şunlar yazıldı ve 27 polisin bu suçlamadan BERAATİNE karar verildi. “Bu bilgi ve belgelerin kim tarafından, ne zaman, nasıl verildiğinin tespit edilemediği, bu nedenle yukarıda ismi geçen polislerin SANIK Mehmet Baransu’ya verdikleri her türlü şüpheden uzak kesin ve inandırıcı delillerle ispat olunamamıştır. Sanığın elinde bulunan belgelerin kendisine ne surette ulaştığına ilişkin her türlü şüpheden uzak, kesin ve inandırıcı delil elde edilememiştir. İsmi geçen polislerin (tek tek 27 polisin ismini sayıyor mahkeme) beraatine karar verilmiştir.”

BELGELERİN BANA KİM TARAFINDAN NASIL ULAŞTIRILDIĞNI TESPİT EDEMEYEN MAHKEME “POSTAYLA GELDİ ARAŞTIRIN” TALEBİMİ İSE REDDETTİ.

AYNI BELGELER BANA GÖNDERİLMEDEN ÖNCE İKİ KEZ MERSİN SAVCILIĞINA DA GÖNDERİLMİŞ. YÜZÜNÜ GİZLEYEN ŞAHIS MERSİN’DEKİ BİR POSTANEDEN BELGELERİ SAVCILIĞA GÖNDERMİŞ.

Yukarıda da belirttiğim gibi bu belgeler bana 20 Şubat 2015 tarihi gibi postayla geldi. Mahkemeden yıllarca posta araştırması yapılmasını istedim. Mahkeme talebimi hep reddetti. Bu talepte bulunmanın bir nedeni de şuydu:

Yargılandığım dava dosyasında tıpkı bana gönderildiği gibi iki kez Mersin Savcılığına da aynı belgeler bir kişi tarafından postaneden gönderilmiş. Gönderilen belgeler, zarflar ve postanenin güvenlik kamera görüntüsü dosyada mevcut. Polis rapor tutmuş. Bu kişi kapşonla yüzünü saklamış ve eldivenle savcılığa belgeleri göndermiş. Kimliğini polis ve savcı tespit edememiş. Savcılığa gönderilen ihbar mektubu ve belgeler bana gönderilenle aynı. (EK: MERSİN SAVCILIĞINA GÖNDERİLEN BELGELER)

Mahkeme posta araştırması yapsa idi belki bu şahsın bana belgeleri gönderdiği ortaya çıkacaktı. Ancak bunu yapmadı. Gerekçeli kararında mahkeme “bu bilgi ve belgelerin Mehmet Baransu’ya kim tarafından, ne zaman, nasıl verildiğinin tespit edilemediğini” açık açık yedi ayrı yerde yazdı. Ama posta incelemesi yapılması talebimi davayı uzatmaya yönelik olduğu için reddetti. (EK: GEREKÇELİ KARARDAKİ İLGİLİ BÖLÜM)

Yukarıda da belirttiğim gibi ben posta araştırması yapılmasını 2017 Şubat ayında ilk kez talep etmiştim. Mahkeme kulak arkası yaptı ve gerekçeli sayfa 917 ve 918’de niçin bu talepleri reddettiğinin ilk kez yazdı. Dava bittikten sonra mahkeme; “Yargılamayı uzatmaya yönelik talep olduğu için bu talebi reddettiğini” belirtti.

Mahkeme “ben gerçeğin peşinde değilim. Hayalimde kurduğum bir senaryo var. Onu uygulayıp sana ceza vereceğim” diye bu talebimi reddetti. Bakın mahkemenin kurduğu senaryo neydi?

İDDİANAMEDEKİ YALAN - 5

AKP’Lİ DENEN “İŞ ADAMI” MAHMUT ARSLAN HAKKINDA 15 TEMMUZ SONRASI “FETÖ ÜYELİĞİ” ve “PKK ÜYELİĞİNDEN” İKİ AYRI DAVA AÇILDI. FETÖ ÜYELİĞİNDEN HAPİS CEZASI ALDI

KADERİN CİLVESİNE BAKIN Kİ FETÖ ÜYELİĞİ DAVASI BİZİMLE AYNI MAHKEMEYE VE AYNI HEYETE DÜŞTÜ

İddianamede bana yöneltilen suçlamayı yukarıda yazmıştım. Mahmut Arslan hakkında haber yaparak aslında hükümeti hedef aldığım iddia edilmişti. İddianamedeki o bölümü tekrar yazacak olursam şöyle deniliyordu: “Mehmet Baransu’nun haberinin Taraf gazetesinde sürmanşetten verilmesi, yapılmak istenenin sadece Arslan ailesi ya da kendisini yıpratmak olmadığı, asıl hedefin ülkede bulunan siyasi otoritenin yıpratılarak kısmen veya tamamen işlevsiz hale getirilmek istenmesi, hükümet üzerinde olumsuz algı oluşturulması olduğu, bu anlaşılacağı, yapılan bu karalama kampanyası, suç uydurmalar ve yargılamalar kendilerinin CEBİRE uğradıklarının bariz göstergesi olduğu…”

Bu iddianame 2015 yılı Haziran ayında yazıldı. 19 Ekim 2015 tarihinde Mahmut Arslan duruşmaya gelip açıklamalar yapmış. “Paralelci polislerin ve benim kendisini hedef aldığımı, asıl amacın ise Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı yıpratmak olduğunu” söylemiş. Söylemiş diyorum çünkü bu duruşmada ben yoktum, neler söylediğini daha sonra kayıtlardan okudum.    

MAHMUT ARSLAN’IN 2015 YILINDA MAHKEMEDE SÖYLEDİKLERİ: “CEMAAT İYİLİKLE PARA ALIR. ZORLA ALMAZ. GELİP HER ZAMAN BENDEN PARA ALABİLİRLER.”

Mahmut Arslan’a aynı duruşmada sorular da sorulmuş. Sanıklar arasında çocukluk arkadaşı olan ve cemaatte esnaf olarak görev yapan bir isim de var. Bu kişiyi yargılandığımız davaya bilerek soktular. Ne polisler ne de ben bu kişiyi tanıyoruz. Bu kişi Mersin’de cemaatin kasası olarak iddianamede belirtiliyor. Amaç ise şu; Ortada bir terör örgütü yargılaması var, bizim finansmanımızı sözde bu isim sağlıyormuş. Terör yargılamasında işin bir de finans ayağı olması gerekli. İşte bu ismi bu nedenle dosyaya koydular. 15 Temmuz öncesi savcılar bu tür şekli şeylere dikkat ediyordu.

Duruşmada Mahmut Arslan bir soru üzerine şunu söylemiş: “Cemaat tehditle para almaz. İyilikle alır. Sadece Ali Bey vasıtasıyla yardım yaptım. Ali Beyi çok severim. Bunların alt kademeleri, hepsi inançlı pırıl pırıl insanlar. Gelip benden her zaman isteyebilir.”

Arslan’ın bu sözlerinin ardından sanık polisler ve avukatları savcılığa suç duyusunda bulunuyorlar. Hakkında soruşturma açılıyor ve savcı olarak bizim hakkımızda iddianame düzenleyen Talip Akgedik adlı savcıya dosya düşüyor. Benimle birlikte yargılanan polisler ve avukatları Mahmut Arslan’ın Bank Asya ile olan ilişkisi hakkında da suç duyurusuna belge ekliyorlar.

Savcı 15 Temmuz darbesine kadar bu soruşturmayla ilgili kılını kıpırdatmıyor. Nedeni ise açık; Bu isim bizim yargılandığımız iddianamede kilit bir rolde. AKP olarak gösterilmiş. Bizim hükümeti hedef olarak almamızın nedeni bu kişi gösteriliyor. Fethullahçı çıkması durumunda savcının iddianamesindeki tüm iddia çökecek.

15 Temmuz darbe girişimi olduktan sonra, Mersin’de yüzlerce kişi ifade veriyor. Yaklaşık 30 kişi, Mahmut Arslan ve karısının cemaatle bağlantısını, verdiği himmetleri, yurt yaptırmasını, yurt dışı gezilerini anlatıyor.

Savcı Talip Akgedik dosyadan alınıyor. Yerine başka bir savcı atanıyor. Yeni savcı Gülen’in Bank Asya’ya para yatırın konuşmasından sonra Mahmut Arslan’ın diğer tüm bankalardaki hesaplarını kapatıp, tüm paraları Bank Asya’ya yatırdığına dair MASAK’tan rapor alıyor. Arslan, Gülen’in emrinden sonra 10 milyon TL’nin üzerinde para yatırmış.

15 Temmuz darbe girişiminde Mersin Sıkıyönetim Komutanı olan kişiyle kendi fabrikasında gizli gizli buluştuğuna dair HTS kayıtlarını savcı dosyaya koyuyor. Mahmut Arslan ve ailesi hakkında savcı FETÖ iddianamesinden dava açıyor. Davası ise kaderin cilvesine bakın ki bizim yargılandığımız mahkemeye ve aynı heyete düştü.

Aynı mahkeme ve aynı heyet hem onu hem beni farklı iki davada yargılıyordu. Bizim davada AKP’li iş adamı olarak gösterilen kişi diğer davada FETÖ üyesi olarak gösteriliyordu. Yani ben AKP’li bir kişi hakkında değil, aslında FETÖ’cü birisi hakkında haber yapmıştım.

“AKP’li denen iş adamı Mahmut Arslan” hakkında 2018 yılında FETÖ üyeliğinin yanı sıra PKK üyeliğinden de ikinci bir dava açıldı. 2018 yılındaki Mersin’de anlayacağınız ÇARŞI karışmıştı.

Yargılandığımız iddianamede şu söyleniyordu. “AKP’li iş adamı Mahmut Arslan’ı FETÖ hedef almıştı. Polisler bu kişi hakkında soruşturma yapmıştı. Ben de haber yapmıştım. Amacımız da bu yolla aslında hükümet ve Başbakanı hedef almakmış. Bunu da örgütün emir ve talimatlarıyla yapmışız.”

2018 yılında başka bir gerçek daha ortaya çıktı. Bizimle ilgili iddianame düzenleyen savcı Talip Akgedik, Mahmut Arslan hakkında da 2016 yılında “hükümeti yıkmaya teşebbüsten” soruşturma açmış. Çarşı tamamen karıştı.

ERDOĞAN CUMHURBAŞKANI OLUNCA MAHMUT ARSLAN PANİKLİYOR. BANK ASYA HESAPLARINI KAPATIYOR. CEMAAT İLİŞKİSİ ORTAYA ÇIKMASIN DİYE ‘A HABER’E ÇIKIP BENİ SUÇLAYAN İFADELER KULLANIYOR.

Bank Asya’ya 10 milyon liranın üzerinde para yatıran Mahmut Arslan, Masak raporuna göre Tayyip Erdoğan’ın 2014 Ağustos ayında Cumhurbaşkanı seçilmesine kadar bekliyor. Erdoğan Cumhurbaşkanı olunca panikliyor. Önce Eylül 2014’te Bank Asya hesabını kapatıyor. Sonra da A Haber’e çıkıyor. Ardından da sırasıyla Sabah gazetesi ve kanal7.com internet sitesine benimle ve kendisiyle ilgili soruşturma yapan polislerle ilgili açıklama yapıyor. “Baransu ve paralelciler beni AKP’li olduğum için hedef aldı. Asıl amaç Cumhurbaşkanımızdı” diye açıklama yapıyor. Sonra da hakkımda suç duyurusunda bulunuyor.

Anlayacağınız “cambaza bak” taktiğiyle, hakkındaki iddialardan sıyrılmaya çalışıyor. Sıyrılıyor da. Ta ki 15 Temmuz darbe girişimine kadar. 15 Temmuz darbe girişimiyle birlikte itirafçıların ortaya çıkmasıyla, cemaatle olan bağlantısı anlaşılıyor.

Mahmut Arslan hakkında FETÖ üyeliğinden dava açılıp bir de bizimle aynı mahkeme ve heyete dosyası düşünce, mahkemede hakkımdaki tüm iddiaların düştüğünü, iddianamenin koca bir yalan olduğunu açıkladım. Yargılama yapamayacaklarını, iddianamedeki tüm iddiaların gerçek dışı olduğunu belirttim. AKP’li denen kişi, cemaatçi çıkmıştı ve iddianamedeki tüm iddialar düşmüştü.

DOSYAYI GÖREN MAHKEME HEYETLERİ YA EMEKLİLİKLERİNİ İSTEDİLER YA DA DOSYADAN EL ÇEKTİLER. KARAR DURUŞMASI ÖNCESİ BEN VE POLİSLER İÇİN ÖZEL HEYET OLUŞTURULDU.

Ortaya çıkan bu gerçek üzerine önce iddianame yazan savcıyı Mersin’den Ankara’ya gönderdiler. Savcı Talip Akgedik’i terfi ettirip Yargıtay’a gönderdiler. Mahkemenin ilk başkanı D.D ise emekliliğini istedi. Kayseri’de noterlik yaptığını öğrendim. Duruşmada savcının çocuğunun Gülen’in okullarında okuduğunun ortaya çıkması üzerine okuldan belge talebinde bulunmuştum. Bu talebim üzerine bu başkan bana inanılmaz tepki vermişti. O gün sebebini anlayamamıştım.

Yıllar sonra cezaevinde koğuşum değişti. Üst düzey bir yargı mensubunun koridorundaki hücreye konuldum. Bu yargı mensubuyla konuşurken bana mahkemenin ilk başkanı D.D’nin, Mersin’den önce görev yaptığı Fethiye’de çocuğunu Fethullahçıların okuluna gönderdiğini açıkladı. Bu konuyla ilgili o dönem hakkında bir de şikayette bulunulmuş HSYK’ya. Anlayacağınız mahkeme başkanı da çocuğunu cemaatin okullarına göndermiş. Benim savcının çocuğuyla ilgili talepte bulunmama tepki vermesinin asıl nedeni ise kendi çocuğuyla ilgili gerçeğin de ortaya çıkma endişesiydi.

Bu başkanın emekli olmasından sonra ikinci bir heyet oluşturuldu. Onlar da dosyadaki hukuksuzluğu ve kumpasları görünce ayrıldılar. Mahmut Arslan hakkında FETÖ üyeliğinden dava açılınca da bu kez şu formülü buldular. Bizi yargılamak ve davayı bitirmek için alelacele yeni bir heyet oluşturdular.

BAŞKANIN İLK DURUŞMADAKİ SÖZLERİ: “BU DOSYA İÇİN ÖZEL OLARAK OLUŞTURULDUK. DİREKT KALEYE GİDECEĞİZ.”

Bana 19 yıl 6 ay hapis cezası veren heyet işte bu heyet oldu. Posta incelemesi yapmayan heyet. Başkan mahkemeye atandığı ilk gün bizlere şunu söyledi; “Bu dava için özel olarak oluşturulduk. Özel heyetiz. Direkt kaleye gideceğiz, sonuca gideceğiz.”

Başkanın bu sözlerini zorla da olsa kayıtlara soktuk. Reddi hâkim talebinde bulunduk. Bir mahkeme düşünün, gerçekleri araştırmak, ortaya çıkarmak yerine, “özel olarak oluşturulduklarını, direkt kaleye gideceklerini” sanıklara “gol atacaklarını” açık açık söylüyor. Bu cesareti gösteriyor. Bu heyet beni yargıladı ve bana ceza verdi.

MAHMUT ARSLAN’A FETÖ’YE YARDIMDAN HAPİS CEZASI VERİLDİ

Mahmut Arslan’ın FETÖ üyeliğiyle ilgili yargılandığı davada mahkeme kararını verdi. Mahkeme, kendisine FETÖ’ye bilerek isteyerek yardım etmek suçundan 5 yıl hapis cezası verdi. İndirimle cezası 3 yıl 9 aya indirildi. (Ek: AKP’li denen ancak Cemaatçi, Fethullahçı çıkan Mahmut Arslan hakkındaki FETÖ iddianamesi ve mahkemenin ona ve ailesine FETÖ’den verdiği hapis cezası belgeleri.)


İDDİANAMEDEKİ YALAN – 6

SAVCI VE POLİSLER YALANCI BİR TANIK BULDULAR

BANA BELGELERİN POSTAYLA GELDİĞİ, POLİSLERİN VERMEDİĞİ ORTAYA ÇIKINCA, YALANCI BİR TANIK BULDULAR. BU TANIK, POLİSLERİN BELGELERİ BANA MERSİNDE BİR HARD DİSK İÇİNDE VERDİĞİNİ İDDİA ETTİ.

BAKIN SONRA HANGİ GERÇEKLER ORTAYA ÇIKTI?

“BELGELER VERİLDİĞİNDE MERSİNDE’YDİM” DİYEN BU KİŞİ O TARİHTE AFYONDA CEZAEVİNDE ÇIKTI.

BENİM MERSİNE HİÇ GİTMEDİĞİM HTS KAYITLARIMLA BELGELENDİ.

BU YALANCI TANIĞIN İKİ ADET SES KAYDI ORTAYA ÇIKTI. POLİSLER “ÜZERİNE CİNAYET YIKARIZ” DİYE ONU TEHDİT EDİP, HAZIRLADIKLARI BU YALAN İFADEYİ ONA İMZALATMIŞLAR.

YALANCI TANIK POLİS AJANI ÇIKTI.

Savcı Talip Akgedik, iddianamede bana 2015 yılı Şubat ayında postayla gelen belgelerin aslında 30 Temmuz 2013 öncesi geldiğini iddia etmişti. Ancak, bilgi notlarının içindeki bilgilerin tarihlerinin 2014 yılına ait olması, savcının bu iddiasının yalan olduğunu ortaya koydu.

Savcı Talip Akgedik, hakkımızda soruşturma yürüten polisler ve Mahmut Arslan’ın ailesinden birileri, dava devam ederken bir tanık olduğunu söylediler. Savcı bir tanık bulmuştu ve tanıktan 190 sayfalık ifade almış. İfadesinde benimle birlikte yargılanan 27 polisi suçlayan beyanlar var. 190 sayfalık ifadenin sadece yarım sayfasında benden bahsetmiş. Kalanı polislerle ilgili. Savcı bu ifadeyi yargılama sürerken delil diye mahkemeye gönderdi.

Bu tanığın beyanına göre ben Mersin’e gelmişim. Bir çay bahçesinde iki polisle buluşmuşum. O da buna tanıklık yapmış. Hatta beni havaalanına o bırakacakmış. Polisler bana bir hard disk içinde ses kayıtları, tapeler ve belgeler vermişler.

Ben hayatımda Mersin’e hiç gitmemiştim. Bu kişi açık açık yalan söylüyordu. Mahkemede bu kişinin tanık olarak getirilmesini, kendisine soru sormak istediğimi söyledim. Mahkeme bu kişiyi tanık olarak getirmedi.

“BU KİŞİYİ TANIK OLARAK GETİRMEZSENİZ ÖLÜM ORUCUNA YATACAĞIM. TÜM DÜNYA DUYACAK” DEDİM

Mahkeme yokluğumuzda celse açmış. Gizli bir celsede, bu kişinin ifadesini almış. Bu şahıs “savcılıkta anlattıklarımı tekrarlıyorum” demiş. Bu kişi için özel celse açıldığını ve yokluğumuzda ifadesinin alındığını bir sonraki duruşmada öğrendik. Mahkeme bizlere, tanığa sorulmak üzere “10 soru hazırlamamızı, yazılı olarak mahkemeye göndermemizi” istedi ve karara bağladı.

Mahkemenin bu kararına karşı çıktım. Mahkemeye dilekçe üstüne dilekçe yazdım, Yüz yüzelik ilkesini hatırlatıp, yarın bu hukuksuzluğun hesabını vereceklerini söyledim. Mahkemeye “Bu adamı mahkemeye getirmezseniz, ona soru sormamızı engellerseniz o hafta ölüm orucuna yatacağım. Tüm dünya ölüm orucuna yattığımı ve nedeni öğrenecek” dedim.

Ve bir anda bu dilekçemin ardından yazılı soru kararı iptal edildi ve savcının yalancı tanığı mahkemeye getirildi. Yalancı tanık mahkeme geldi.

Savcıya verdiği 190 sayfalık ifadesinde “Baransu saat gece 20:00’da polislerle buluştu” demişti. Mahkemede “saat 14:00’da buluştu” dedi.

Savcılık ifadesinde “bir gün önce BARANSU’nun Mersin’e geleceğini Büyük Birlik Partili Kaptan Kartal’dan öğrendim” demişti. Mahkemede “Çay bahçesine gidince tesadüfen orada gördüm ve öğrendim” dedi.

“Baransu’ya ses kayıtlarını bir gün önce vereceklerini arabada söylemişlerdi” diyen kişi, “çay bahçesinde dışarıda sizi dinlerken hard disk verildiğnii anladım” dedi.

Bu kişiyi oyuna getirmek için kendisine şu soruyu sordum: “Bahsettiğin çay bahçesini bilmiyorum. Bana tarif eder misin orayı. Açık bir yer mi? Bildiğimiz park içindeki bir yer mi? Kapalı bir mekan mı açık bir mekan mı? Bilmediğim için size sormak istiyorum. Orayı bana tarif edebilir misiniz” diye sordum.

Normalde bu şahsın, bu soru karşısında bana şunu söylemesi gerekirdi; “Mehmet Bey siz zaten oradaydınız. Orayı biliyorsunuz. Benim anlatmama gerek yok ki.”

Bakın bana nasıl cevap verdi

“Mehmet Bey orası sizin bildiğiniz gibi bir çay bahçesi değil. Diğer mekanlardaki gibi bir yer değil. Park içinde ama yazın hava sıcak olunca camekanlar açılıyor. Masalar dışarıda. Kışın camekanlar kapalı oluyor. Böyle bir yer.”

Yalancı tanık bu açıklamasıyla yalan söylediğini, benim orada olmadığımı teyit etmiş oldu.

Uzatmayayım. Bu kişi benimle ilgili yarım sayfa ifade vermişti. Tam 22 yalanı ve çelişkisi ortaya çıktı. Bunu kendisine hatırlattığımda ise şunu söyledi: “ben ifade verirken çelişkilere nasıl dikkat edeyim.”

Savcılık ve mahkemedeki ifadesinin farklı olduğunu, saatler, yerlerin farklı anlatıldığını sorduğumda ise “Ben iki ifadenin farklı olduğunu nereden bileyim” diye cevap verdi.

Onu sorularımla sıkıştırıp, yalanlarını ortaya çıkarınca da mahkeme heyetine şunu söyledi: “Mehmet Baransu’nun sorularına artık cevap vermek istemiyorum.”

İfadesinde bana bir de Hizbullah’la ilgili bir dosya verildiğini söylemişti. Mahkeme onu düzeltti, “Size değil Emre Uslu’ya verildi. Onu yanlış söylemişim” dedi. WhatsApp’tan görüntülü aramayla Emre Uslu’yla polislerin konuşup, dosyayı verdiklerini söyledi.

Sonra ortaya şu çıktı. O tarihte WhatsApp’ta görüntülü konuşma imkanının olmadığı anlaşıldı.

Benimle birlikte yargılanan 27 polis hakkında anlattığı şeylerin tamamının da yalan olduğu ortaya çıktı. Mersin’de şurada gördüm dedikleri polislerin iki yıl önce tayinlerinin Mersin’den çıktığı; birinin o tarihte Ankara’da, birinin Van’da olduğu resmi yazılarla ortaya çıktı. Başka birisi ise Yozgat’taymış ve 4 yıl önce tayine Mersin’den Yozgat’a çıkmış.

Yalancı tanığın, şahit olduğunu söylediği olayların geçtiği dönemde aslında binlerce kilometre ötede Afyon’da hatta cezaevinde tutuklu olduğu ortaya çıktı. Adam anlattığı olaylar döneminde Afyon’da cezaevindeymiş. Cezaevinden resmi belgeler mahkemeye geldi.

Bitmedi. Bu yalancı tanık aslında polis muhbiriymiş. BBP’li siyasetçi Kaptan Kartal’ın şoförüyken polis muhbiri yapılmış. Bu kişinin adliyede bekleyen iki dosyası varmış. Birisiyle ilgili para ödemesi gerekiyormuş. Polisler de “üzerine cinayet yıkarız. Bu davaları hemen sonuçlandırırız” diye onu tehdit etmişler. Önüne 190 sayfalık ifade koymuşlar o da imzalamış. İfade 190 sayfa olunca da ezberlemesi zor olmuş. Olayları, kişileri mahkemede ve savcılıkta karıştırmasının nedeni de bu.



YALANCI TANIĞIN SES KAYDI ORTAYA ÇIKTI

Bu yalancı tanığın iki ayrı ses kaydının Mersin’deki bir mahkemede olduğunu öğrendik. Bu ses kaydında bizimle ilgili nasıl yalancı tanık yapıldığını anlatıyormuş. Mahkeme kararıyla bu ses kayıtlarını istedik. Dosyaya geldi. Adam kendi ağzından, “polisler üzerine cinayet yıkarız diye bana zorla bu ifadeyi imzalattırdılar. Onlar yazdı ben imzaladım” diyor.

Ses kaydı toplam 10 sayfa. Kayıt da şöyle alınmış. Bu adamın verdiği 190 sayfalık ifade sonucu Mersin’li olan BBP Genel Başkan Yardımcısı Kaptan Kartal tutuklanmış. Kaptan Kartal’ın oğlu ve BBP’li bazı yöneticiler, yalancı tanıkla Mersin’de görüşmüşler.  Görüşmeyi de kayıt altına almışlar. Yalancı tanık tüm olayları, polislerin nasıl kendisini tehdit ettiklerini, para verdiklerini, sonra savcıya götürdüklerini anlatmış. İfade karşılığı para almış.

Mahkemeden HTS kayıtlarını istedim. Bir sonraki duruşma kayıtlar geldi. Hayatımda Mersin’e gitmediğim, yalancı tanığın gördüm dediği gün İstanbul’da olduğum belgelerle ortaya çıktı.

Mahkemeden bu tanık hakkında, savcı ve polisler hakkında suç duyurusunda bulunmalarını istedik. Mahkeme korkusundan suç duyurusunda bulunamadı. Savcı ve polislerin tanığının yalancı biri olduğu, bizlere iftira attığı ortaya çıkınca mahkeme gerekçeli kararda bu tanıkla ilgili şunu yazdı: ““bu şahsın ifadesi hükme esas alınmamıştır.”


SAVCININ İDDİALARININ TAMAMININ YALAN OLDUĞU ORTAYA ÇIKMASINA RAĞMEN BANA NASIL CEZA VERDİLER?

MAHKEME KARARI: “BARANSU’YA BELGELERİ KİMİN, NE ZAMAN, NASIL VERDİĞİNİ TESPİT EDEMEDİK.” “BARANSU’YA BELGELERİN NE SURETTE ULUŞTIĞINA DAİR HER TÜRLÜ ŞÜPHEDEN UZAK KESİN İNANDIRICI DELİL ELDE EDEMEDİK”

ANCAK…….

“BARANSU İRTİBATLI OLDUĞU MUHTEMEL ÖRGÜT ÜYELERİNDEN BELGELERİ ALMIŞ OLABİLİR. BU NEDENLE FETÖ ÖRGÜT ÜYELİĞİNDEN 13 YIL 6 AY HAPSİNE.”

Belgelerin bana postayla gönderildiğini bilerek araştırmayan mahkeme, gerekçeli kararında tam yedi ayrı yerde şunları yazdı. Sayfa sayfa bir kaçını göstermiştim: Tekrar olacak ama göstereyim. Gerekçeli karar sayfa 711 ve 713: “bilgilerin Mehmet Baransu’nun eline geçtiği sabitse de bu bilgi ve belgelerin kim tarafından, ne zaman, nasıl verildiğinin tespit edilemediği.”

Gerekçeli karar sayfa 919: “sanığın elinde bulunan belgelerin kendisine ne surette ulaştığına ilişkin her türlü şüpheden uzak, kesin ve inandırıcı delil elde edilememiştir.

Mahkemeye “bu belgeler bana postayla geldi. Aynı belgeler iki kez Mersin Savcılığına da gönderilmiş. Dosyada postanenin görüntüleri var. Bana da postayla geldi araştırın” diyorum. Mahkeme kabul etmiyor. Gerekçeli kararda bu belgelerin kim tarafından, ne zaman, nasıl verildiğinin tespit edilemediğini açık açık yazıyor. Sonra da birkaç sayfa sonra mahkeme şunu yazıyor; “Bu evraklara örgütün desteğiyle ulaştığı, bu anlamda örgüt içerisinde irtibatlı olduğu MUHTEMEL kişilerin örgütsel faaliyet kapsamında kendisine verildiği…” diye yazıp, bana örgüt üyeliğinden 13 yıl 6 ay hapis cezası verdi.

Şaka falan yapmıyorum. Bu belgeleri kim, ne zaman, nasıl ve ne amaçla verdi bilmiyorum diyen mahkeme, birkaç sayfa sona ise “MUHTEMELEN FETÖ ÜYELERİ VERMİŞTİR” diyerek, ihtimal cümlesi üzerine bana hapis cezası verdi. Hukukun geldiği durum bu.

BU HUKUKSUZLUĞU YAPAN TÜM HAKİM, SAVCILAR VE POLİSLER YARGI ÖNÜNDE HESAP VERECEK DEDİM DİYE BANA EN ÜST SINIRDAN CEZA VERDİLER. İNDİRİM YAPMADILAR

Terör örgütü üyeliğinin cezası 5 ila 10 yıl arasında. Ceza verildikten sonra da yüzde 50 artırım yapılıyor. Sonra da mahkemenin takdirine göre indirim yapılıyor. Mahkeme bana aşağı hadden uzaklaşıp önce 9 yıl sonra da yüzde elli artırım yapıp 13 yıl 6 ay hapis cezası verdi. İndirim de yapmadı. Gerekçeli kararda niçin aşağı hadden uzaklaştığını ise şu şekilde açıklamış mahkeme.

Sanığın örgütün harekat tarzına yönelik plan doğrultusunda herkesin kolayca ulaşabileceği ulusal gazete aracılığıyla (Taraf gazetesindeki GDO haberimi kastediyor) ve gazetecilik kimliğini kullanarak twitter aracılığıyla (sahte tweetleri kastediyor) çok sayıda kişiye ulaşabildiği nazara alınarak suçun işleniş biçimi (gazetedeki haberimi kastediyor) suçun işlenmesinde kullanılan araçlar, failin kasta dayalı ağırlığı birlikte değerlendirildiğinde temel ceza belirlenirken TCK 61/1 madde gereği aşağı hadden uzaklaşarak ceza verilmiştir.

Mahkeme Taraf gazetesindeki haberin niçin basın hürriyeti kapsamında değerlendirilemeyeceğin ise tam bir hukuk skandalına imza atarak açıklamış. Mahkeme belgelerin bana ne şekilde, kim tarafından, nasıl ulaştığını tespit edemediğini kararında yazmıştı. Yukarıda gösterdim. Bunu yazanlar kendileri değilmiş gibi, bunu yazdıklarını unutan hakimler bakın birkaç sayfa sonra ne yazmışlar. “Sanığın bilgilere ulaşma şekli… basın hürriyeti kapsamında değerlendirilmemiştir.”

Ey Adalet, oradaysan üç kez ses ver...

Mehmet Baransu’nun belgelere ne surette ulaştığını tespit edemedik diyen mahkeme, sonra bilgilere ulaşma şeklimi cezaya gerekçe yapıyor. Tespit edemediği konuyu gerekçe yapıyor. Allah’ım sen aklıma mukayyet ol… Yargının getirildiği durum işte bu. Ve ben bu skandal kararla içeriden çıkamıyorum. Birileri de dışarıda utanmadan “Baransu-FETÖ” diye affedersiniz anırıyorlar. (EK. Gerekçeli karar ilgili bölüm.)

BANA BYLOCK KULLANDIN DİYE İFTİRA ATTILAR. EMNİYET VE BİLİRKİŞİ “BARANSU HAKKINDA BYLOCK TESPİTİ YOK, MOR BEYİNLE YÖNLENDİRİLMİŞ” DİYE YAZI YAZDI.

MAHKEME BUNA RAĞMEN BANA BYLOCK KULLANICISI DİYE CEZA VERDİ. (ŞAKA FALAN YAPMIYORUM. BELGESİYLE AŞAĞIDA GÖSTERECEĞİM.)

Taraf gazetesinde GDO’lu pirinç soruşturmasıyla ilgili haber yapıyorum. Sonra savcılık hakkımda bir iddianame düzenliyor. İddiaların tamamını yalan olduğu ortaya çıkıyor. Mahkeme bunu gerekçeli kararında belirtiyor.

Avukatım başka bir dava için bana postayla gelen bilgi notlarını Yargıtay dilekçesine ekliyor. “Bu 66 sayfalık belge bana postayla 2015 yılı Şubat ayında geldi” diyorum. Tarih aralığı bile veriyorum. Postane ve kargo araştırması yapılmasını istiyorum. Mahkeme gerçek ortaya çıkacak, savcının yalanı anlaşılacak diye bu talebimi reddediyor. Posta araştırması yapmıyor.

Gerekçeli kararda mahkeme, avukatımın Yargıtay itiraz dilekçesine eklediği 66 sayfalık belgenin “kim tarafından, ne zaman, nasıl bana verildiğinin tespit edilemediğini” açık açık yazıyor. “Elimizde her türlü şüpheden uzak, kesin inandırıcı kanıt” yok diyor. Mersin’de yargılanmama neden olan 27 polisin bana bu belgeleri verdiği iddiasıyla ilgili tüm polisler beraat ediyorlar.  

Aynı mahkeme gerekçeli kararda birkaç sayfa sonra ise bu kez “elimizde kanıt yok ancak muhtemelen FETÖ’cüler bu belgeleri vermiştir” diye tahmini bir kanaatle bulunuyor ve bana ceza veriyor.

Bana verilen terör örgütü üyeliği cezasının son nedeni de ByLock kullanıcısı olduğum iftirası. İftira diyorum çünkü iftira olduğu devletin resmi belgeleriyle ortaya çıktı. Kısaca anlatayım.  

Savcının iddianamedeki tüm iddiaların yalan olduğu ortaya çıkınca, beni Mersin’deki davada hukuksuz yere içerde tuttukları anlaşıldı. İçeride beni daha fazla hukuksuz yere tutmaları imkansızdı. 2017 yılında buna da bir çözüm buldular.  

2016 yılında hatırlayacağınız gibi ByLock diye bir program ortaya çıktı. Fethullahçıların kullandığı bir program olduğu iddia edildi. Bu programın ismini ilk kez cezaevinde duydum. 15 Temmuz sonrası gazete ve televizyonlardan konuyla ilgili haberleri okudum.

2016 yılı sonunda mahkemelere ByLock listesi gönderildi. Kırmızı, turuncu denen listeler. Gazetecilerin ekranlara çıkıp, ballandıra ballandıra renklerin ne anlama geldiğini anlattıkları liste. Bu listelerde adımın olması imkansızdı ve olmadığı ortaya çıktı. İlk listede adım yoktu. (MİT ve mahkemeler birkaç ay sonra bu renklerden vazgeçtiklerini açıkladılar. MİT adına ekranlara çıkan “gazetecilerin” renklerle ilgili söylemleri boşa düştü.)

2017 yılı başında ikinci bir liste daha açıklandı. Bu listede de adım yoktu. Dediğim gibi olması imkansızdı. Hayatımda ilk kez böyle bir programın varlığından cezaevinde haberdar olmuştum.

Sonra 110 bin kişilik üçüncü bir liste açıklandı. Sanırım 2017 yılı ortalarıydı. O listeye adım kondu. Mahkemeye tek satırlık bir yazı gelmişti. Beyaz bir kağıt parçası. Tek bir satırlık yazı. Yazıda isim ve soy ismim yazılmış, karşısına telefon numaram eklenmiş, yanına da 14 Ağustos 2014 tarihi yazılmıştı. Hepsi bu kadar. Kağıtta ne bir kurum ismi, ne bir imza, ne bir mühür, ne bir imza hiçbir şey vardı. Boş bir sayfaya tek bir satır olarak ismimi yazıp, ByLock kullanıcısısın diye suçlama yapmışlardı. Bu kağıt parçasını hangi kurum hazırlamış ve mahkemeye göndermişti o bile belli değildi. 14 Ağustos 2014 tarihi de telefonuma bylock indirdiğim ilk tarihmiş.  (EK: ByLock kullandığım İFTİRASININ ATILDIĞI mahkemeye gönderilen o KAĞIT PARÇASI.)  

Mahkemeye gelen bu yazıyla şok oldum. Adını bile bilmediğim bir programı kullanmakla suçlanıyordum. Resmen iftira atıyorlardı.

Sonra mahkemeye başka bir yazı gönderdiler. ByLocka girdiğimi iddia ettikleri tarih, saat, dakika, saniyeleri gösteren bir liste. Yazıya göre ben üç ay içinde toplam 1565 kez ByLocka giriş yapmışım. Bir saniyede 4 kez giriş çıkış yaptığım şeklinde yüzlerce veri koymuşlar. Kullanıcı adı, şifre yazmak en az 10 saniye alırken ben bunu jet hızıyla dört kez yapıp, bir saniyede girip çıkmışım.

Gelen veriye göre ben 1565 girişi yaklaşık yedi gün içinde yapmışım. Ağustos 2014’ten tutuklandığım Mart 2015’e kadar sadece toplam 10 gün bu programa girmişim. Yani yaklaşık 200 günde sadece 10 gün girmişim. Üstelik de girişleri ne hikmetse gece 12’den sonra sabah 10’a kadar kesintisiz yapmışım. Sonra işe gitmişim.  

Mahkemeye gönderilen listeye göre dört gün üst üste hiç uyumadan kesintisiz ByLock’a girmişim. Şöyle anlatayım. Sabah işte çalışmışım. Telefon kayıtlarımdan bu anlaşılıyor. Gece eve gelmişim. ByLocka girmişim sabah 10 ya da 11’e kadar. Sonra tekrar işe gitmişim. Bunu tam kesintisiz dört gün uyumadan yapmışım. Uyumadığım için kalp krizi geçirmem gerekli ancak listeyi hazırlayanlar bunu düşünememişler. Onları tıp doktorlarına emanet edip, devam edeyim.

Bu listeyle ilgili asıl bomba ise birkaç gün sonra ortaya çıktı. Bana ByLock’a İstanbul’dan girdin dedikleri gün ben Eskişehir’deymişim. Ümraniye’den ByLock’a girdin dedikleri an ben Kağıthane’deymişim. ByLock’a girdin dedikleri an ben televizyonda canlı yayında spor programında Adnan Aybaba’yla tartışıyorum. Canlı yayındayım. Üç farklı günlük giriş dedikleri veride ben TVEM’de canlı yayındayım. ByLock’a girdin dedikleri an benim telefonda başka biriyle konuştuğum ortaya çıktı. Kesintisiz 20 dakika konuşmuşum ve bu sürede teknik olarak ByLock’a girmem mümkün değil. Bilirkişiler bunu tespit etti. Aynı anda hem konuşup, hem ByLock’a girilmesi imkansız.

Anlayacağınız attıkları iftira tel tel dökülmemeye başladı. Telefonum İPhone. 14 Ağustos 2014 tarihinde ByLock indirdin dedikleri tarihte, İPhone’da App Store’da ByLock programı yokmuş. İlk kez App Store’a 24 Ağustos 2014 tarihinde konmuş. MİT ByLock raporunda bu açık açık yazıyor. 24 Ağustos 2014 tarihinden önce benim telefonuma ByLock indirmemin imkansız olduğu da ortaya çıktı. Uzatmayayım. Bunun gibi yüzlerce sahtecilik ortaya çıktı.

ByLock iddiası bir iftira olduğu için mahkemeden emniyete yazı yazılmasını, bilirkişi raporu alınmasını istedim. Mahkeme daha sora karar veririz dedi. Mersin’in yanı sıra İstanbul’da şikecileri haber yaptığım için başka bir mahkemede daha FETÖ üyeliğinden yargılanıyordum. Bu mahkeme emniyete yazı yazılmasına ve bilirkişi raporu alınmasına karar verdi.

MİT’te çalışan bir tanıdığımız vardı. ByLock listesini MİT hazırlamış ve mahkemelere göndermişti. Aileme haber gönderdim. Bu tanıdığımızla görüşmelerini, olayın aslını öğrenmelerini istedim.

MİT’teki tanığımız, son listenin internet sağlayıcıları IP’leri üzerinden hazırlandığını, yaklaşık 45 bine yakın hata yapıldığını aileme söyledi. Benim ismim de bu şekilde listeye girmiş. 110 bin kişilik listenin yaklaşık 45 bini hatalıymış.

MİT’teki tanıdığımızın aileme anlattıklarını mahkemelerde anlattım. Hatta bir mahkemede başkan beni duruşmadan attı. MİT’e iftira attığım için. Benim mahkemede anlattığımı olaylardan altı ay sonra Mor Beyin skandalı patladı. 11 binin üzerinde kişinin yanlışlıkla ByLock listelerine eklendiği açıklandı. Beni duruşmadan atan hâkim bu kez anlattıklarımı tekrar dinlemek için beni kürsüye çağırdı.

MOR BEYİN skandalından sonra MİT’teki tanıdığımız hatalı listenin 45 bin olduğunu, kamuoyunda tepki olmaması için 11 binle sınırlandırıldığını aileme açıkladı. Bu bilgiyi de İstanbul 23. Ağır Ceza Mahkemesi’ndeki duruşmada anlattım. Ben bu olayı mahkemede anlattıktan 3 gün sonra Habertürk’e Avukat Kezban Hatemi çıktı. Mor beyin listesinin 11 bin değil, 40 binin üzerinde olduğunu, Ankara’da bunun konuşulduğunu televizyonda açıkladı.

Davam devam ederken Emniyetten sanıklarla ilgili ByLock belgeleri, içerikleri mahkemelere gelmeye başladı. Benimle ilgili Emniyet, “herhangi bir içerik, yazışma, grup, mesajlaşma, şahıs, arama, kullanıcı adı, şifre vb.” gibi kaydın olmadığını, içerik tespitinin olmadığını resmi yazıyla mahkemeye bildirdi. “Mehmet Baransu ilgili araştırmalarımız devam ediyor.” diye yazdı.  

Bu yazı üzerine, her celse Emniyete yazı yazılıp araştırmaların sonucunun nasıl sonuçlandığının sorulmasını istedim. Her yazıda “içerik, kullanıcı adı, şifre” gibi konuların sorulmasını ve ByLock kullanıcısı olup olmadığımın tespitini istedim. Bir de bilirkişi raporu alınmasını, dosyamdaki ByLock çelişkilerinin bilirkişilerce tespitini istedim. İstanbul’daki davamda mahkeme bilirkişi raporu alınmasına karar vermişti, Mersin’deki mahkemenin bu bilirkişi raporunu beklemesini talep ettim.

Mahkeme taleplerimi reddetti ve duruşmayı bitirmek için dosyayı savcılığa sundu.

MAHKEME GEREKÇELİ KARAR: BARANSU HAKKINDAKİ BYLOCK TESPİT VE İÇERİKLERİYLE İLGİLİ EMNİYET YAZISINI BEKLEMEDEN KARAR VERDİK.

BİR SATIR SONRA AYNI MAHKEMENİN GEREKÇELİ KARARI: BARANSU’NUN BYLOCK KULLANICISI OLDUĞU….

Mahkeme emniyetten ByLock yazısını, içerik bilgilerini beklemeden, Bilirkişi raporunu sonucunu beklemeden dosyayla ilgili kararını verdi. Taraf gazetesindeki haberim ve bana postayla gelen belgelerin yanı sıra “ByLock kullanıcısı olduğum” iftirasıyla bana terör örgütü üyeliğinden ceza verdi.

Gerekçeli karar sayfa 923’te aynen şunu yazdı mahkeme: “yargılamanın geldiği aşama da dikkate alınarak sanıkla ilgili bylock içeriklerinin beklenmeksizin karar verilmiştir.”

Mahkeme Emniyetten ByLock’la ilgili tespit araştırması ve yazısını beklemeden karar verdiğini gerekçeli kararda bu şekilde açık açık yazdı. Oysa emniyet ByLock kullandığıma dair herhangi bir tespit yapmamıştı bunu da mahkemeye bildirmişti. Araştırması devam ediyordu. Mahkeme bu araştırmayı beklemeden hakkımda karar verdi.

Mahkeme heyeti aynı gerekçeli kararda bu satırların ardından bir paragraf sonra ise şunu yazdı: “Örgüt üyelerince örgütsel haberleşmede kullanılan bylock programını kullandığı yönündeki tespitler birlikte değerlendirildiğinde” örgüt üyesi olduğu kanaatine varıldığını söyledi.

Emniyetin hakkımda bylock kullandığıma dair bir tespiti yoktu. Mahkeme aleni bir şekilde gerçeğe aykırı gerekçe uydurmuş, sanki hakkımda Bylock tespiti olduğuna karar vermişti.

Mersin’deki davamda bana örgüt üyeliğinden verilen hapis cezasının gerekçesi işte bu üç nedene dayandırıldı.

1: Taraf gazetesindeki GDO’lu pirinç haberim ve sahte tweetler.

2: Bana postayla gelen belgeler. Bu belgeleri kimin ne zaman, nasıl, ne şekilde verdiğinin tespit edilemediğini söyleyen mahkeme, bir satır sonra “irtibatlı olduğu muhtemelen örgüt üyeleri vermiştir” diye gerekçe üretmişti. Yukarıda ayrıntılı anlattım.

3: Son neden de ByLock iftirasıydı.

Mahkeme 17 Temmuz 2020’de bu gerekçelerle bana örgüt üyeliğinden 13 yıl 6 ay hapis cezası verdi. Bakın sonra hangi gelişmeler ortaya çıktı. Hangi belgeler ortaya çıktı.

MAHKEMENİN KARARINDAN SONRA EMNİYET RAPORU ORTAYA ÇIKTI: BARANSU’YLA İLGİLİ BYLOCK KONUSUNDA YETERLİ VERİYE ERİŞEMEDİK

Emniyet Genel Müdürlüğü mahkemeye hakkımdaki ByLock incelemesini tamamladığını belirten yazı gönderdi. Bu yazı yargılandığım başka bir mahkemeye geldi. Şikecileri yazdım diye yargılandığım 23. Ağır Ceza Mahkemesine geldi. Gelen yazıda “sanık hakkında ByLock teknik incelemesinin tamamlandığı ve dosyaya sunulmuş teknik raporlarda sanık hakkında yeterli veriye erişilemediği” açık açık belirtildi.

Emniyet benimle ilgili ByLock araştırmasını yapmış ve yeterli veriye erişemediğini mahkemeye bildirmişti.  

MAHKEME KARARINDAN SONRA BİLİRKİŞİ RAPORU ORTAYA ÇIKTI: “BARANSU MOR BEYİN YÖNTEMİYLE YÖNLENDİRİLMİŞ”

Emniyetin yazısının ardından 25.11.2020 tarihinde yani bana ByLock kullandığım iftirasıyla hapis cezası verildikten üç ay sonra bilirkişi raporu tamamlandı. Bilirkişi raporunda sayfa 106’da, “Mehmet Baransu’nun ByLock kullanıcısı olmadığını, MOR BEYİN yöntemiyle ByLock sunucularına yönlendirilmiş olduğunu” yazıldı.

Raporun 105’inci sayfasında ise Emniyetin hakkımda yapmış olduğu son inceleme yazısı yer aldı. Emniyetin ByLock’la ilgili teknik incelemesini tamamladığını ve hakkımda ByLock’la ilgili yeterli veriye erişemediği raporda bir kez daha belirtildi. Bilirkişiler bu resmi yazıya da atıfta bulunup, Mor Beyin yöntemiyle sunuculara yönlendirilmiş olduğumu mahkemeye bildirdiler.

Bana ByLockla ilgili iftira atıldığı resmi yazılarla ortaya çıktı.

Mersin’deki mahkeme 2017 yılından itibaren tüm tutukluluk devam kararlarında ByLock’u gerekçe göstermişti. Hatta bana verdiği 19 yıl 6 aylık hapis cezasının bir gerekçesi de ByLock’tu. Ancak mahkeme tüm taleplerime rağmen Emniyet Genel Müdürlüğü yazısı ve Bilirkişi Raporunu beklemeden benim ByLock kullanıcısı olduğumu cezasına gerekçe yaptı. Karardan üç ay sonra ise Emniyet yazısı ve bilirkişi raporu ortaya çıktı. Hakkımdaki ByLock iddiasının tamamen iftira olduğu anlaşıldı.

İSTİNAF MAHKEMESİ DE EMNİYET YAZISINI VE BİLİRKİŞİ RAPORUNU GÖRMEZLİKTEN GELEREK CEZAMI BYLOCK KULLANICISI OLDUĞUM GEREKÇESİYLE ONADI.

Mersin’deki ilk derece mahkemesinin verdiği bu hukuksuz kararı temyiz etmek için Adana İstinaf Mahkemesine, emniyetin bu yazısını ve bilirkişi raporunu EK DİLEKÇEYLE gönderdik. Kararın bozulmasını ve derhal tahliyemin yapılmasını istedik.

Emniyet yazısı ve bilirkişi raporu ortadaydı. İstinafın, Mersin’deki mahkemenin verdiği bu hukuksuz kararı kesin bozacağını düşünüyorduk. Ama sonra şu şokla karşılaştık.

Mersin’deki ilk derece mahkemesi 17 Temmuz 2020’de kararı vermişti. Mahkeme dosyayı tam bir yıl İstinafa göndermeyip, sümen altı etmiş. Mersin’de tutmuş. İçeride daha fazla tutuklu kalayım diye. Dosyaya bir yıl mahkemede tuttuktan sonra Temmuz 2021 yılında istinafa göndermiş.

Adana İstinafta da dosya bir yıl bekletildi. Temmuz 2022 yılında karar verildi. Ben ve avukatlarım 2021 yılında Emniyetin resmi yazısını ve bilirkişilerin ByLock’la ilgili hakkımdaki raporları İstinafa bir dilekçeyle sunduk. Dosyanın bozulacağını beklerken, Adana İstinaf 2. Ceza Dairesinin belgeleri hiç dikkate almadığın gördük. İncelemediği gibi belgeleri okumamış bile. Adana BAM 2. Ceza Dairesi bir paragrafla cezamı şu şekilde onadı: “Sanık Mehmet Baransu’nun aşamalardaki beyanları ve savunmaları, ByLock kullandığını gösterir kayıtlar... dosyada mevcut delil durumuna, suçun kanunda öngörülen ceza miktarı, tutuklulukta geçirdiği süre, aldığı ceza süresi gözetildiğinde böyle bir ceza tehdidi karşısında kaçma şüphesinin bulunması, atılı suçun vasıf ve mahiyeti, sürdürülen tutuklama tedbirinin orantılı olup tutuklama koşullarında bir değişiklik olmaması nedeniyle TUTUKLULUĞUNUN devamına.”  

Dosyada bir delil durumu yoktu. Yukarıda anlattım. Savcının iddialarının tamamının yalan olduğu ortaya çıkmıştı. ByLock kullanmadığım resmi yazılarla ortaya çıkmıştı. Yargıtay’ın ByLockla ilgili verdiği kararlar ortadaydı. Ancak istinaf resmi yazıları okumadan, ByLock kullanıcısı olduğumu belirtip, cezamı onadı.

Ülkede adaletin geldiği durum içler acısı. Emniyet Genel Müdürlüğü ve mahkemenin atadığı bilirkişiler ByLock’la ilgili herhangi bir tespit olmadığını mahkemelere resmi yazılarla bildirmelerine rağmen, mor beyinle ByLock’a yönlendirildiğimi belirtmelerine rağmen, istinaf mahkemesi bu belgeleri incelemeden, ilk derece mahkemesinin kararını aynen onadı. “ByLock kullanıcısı olduğunu gösterir kayıtlar” diyerek, gerçek dışı kayıtları onamanın gerekçesi yaptı.


ADANA İSTİNAF MAHKEMESİ BYLOCK İFTİRASINA RAĞMEN BU DOSYAYI NEDEN ONADI?

Emniyetin ve bilirkişilerin resmi raporlarına rağmen Adana İstinaf Mahkemesi bu hukuksuz kararı niçin onadı? İstanbul’a Balyoz adı verilen davada beni hukuksuz yere sekiz yıl içeride tuttular. Oda TV’deki iki yalan haber ve avukat Hüseyin Ersöz’ün çarpıttığı tarih üzerinden yıllarca cezaevinde kaldım. Kamuoyuna sanki “Balyoz kumpası” nedeniyle yargılandığımı, tutuklu olduğumu bu kişiler anlatıp durdu. Oysa kumpas diye suçlanmadığım gibi yargılanmıyordum da. Devletin gizli belgesini temin etmekten ve yok etmekten beni yargılayıp tutuklamışlardı. Yukarıda ayrıntılı anlattım.

Bu dosyam AİHM önündeydi. AİHM hak ihlali kararı verecekti. Onlar hak ihlali kararı vermeden önce bu dosyam istinafta bozuldu. Ve sekiz yıl sonra bu dosyadan tahliye edildim. Birileri içerden çıkmamı istemedikleri için bu dosyadan beni tahliye ettikleri gün, Mersin’deki dosyamı onadılar. Adana istinafın ByLock iftirası ortaya çıkmasına rağmen, ByLock kullanıcısı olduğum iftirasıyla dosyamın onaylamasının tek bir nedeni var. Bir süre daha benim içerden çıkmamı birileri istemiyor anlaşılan.

TERÖR ÖRGÜTLÜĞÜ YANI SIRA VERİLEN DİĞER 6 YILLIK CEZA.

İDDİANAMEDE AÇIK AÇIK YALAN SÖYLENDİ. GİZLİ DAMGALI BİR SAYFA BELGE VAR. O DA GİZLİ DEĞİL. MERSİN 4. AĞIR CEZA MAHKEMESİNDE 2013 YILINDAKİ DAVADA YER ALAN BELGE.

KANSERLİ PİRİNÇLERLE İLGİLİ YAPILAN USULSÜZLÜĞÜ ANLATAN BU BELGEYİ DEVLETİN AÇIKLANMASI YASAKLI BELGESİ KABUL EDEN MAHKEME, BANA BU BELGEDEN TAM 4 YIL HAPİS CEZASI VERDİ. AYNI BELGEDEN BİR DE GİZLİLİĞİ İHLAL DİYE İKİNCİ BİR SUÇ İCAT EDİP 2 YIL HAPİS CEZASI VERDİ.

İddianamede SAVCI postayla bana gönderilen 66 sayfalık belgeler arasında “üzerinde GİZLİ ibaresi mevcut raporlar” diye bir cümle kullanmış. Savcı, tıpkı diğer iddialarda olduğu gibi bu iddiasında da gerçeğe aykırı açıklama yaptı. Çünkü 66 sayfa arasında üzerinde GİZLİ damgası olan raporlar yok. Sadece bir belge üzerinde gizli damgası var. O belge de 2013 yılında yargılaması başlayan GDO’lu pirinç davasında yer alan belge. Mahkeme dosyasında olan belge.

O belgede Hayati Yazıcı’nın GDO’lu pirinç operasyonunu yapması üzerine, tutuklanan firma sahiplerinin Hüseyin Çelik’ten yardım istemek için görüşme yapmak istedikleri yazıyor. Belgeyi aşağıda göstereceğim. Gizli belge olmadığı gibi açıklanması yasak bir belge de değil. Mahkemede dava dosyasında olan bir belge. O belge Mersin 4. Ağır Ceza Mahkemesi’ndeki 2013/114 Esas Nolu dosya içinde mevcut.

Mersin 4. Ağır Ceza mahkemesi dosyasını yargılama dosyasına istedim. Bu dosya yargılandığım mahkemeye geldi. O dosyada bu belgenin olduğu görülmesine rağmen mahkeme bana “açıklanması yasaklı bilileri açıklamaktan 4 YIL hapis cezası verdi.”

Açıklanması yasaklı bilgileri ise ne Taraf gazetesinde ne bana atfedilen sahte tweetlerde AÇIKLAMAMIŞIM. Bu belgeyi şu şekilde açıklamışım mahkemeye göre. Avukatım, bana postayla belgeler geldikten sonra itiraz için Yargıtay dilekçesine delil diye bu belgeleri koymuş. Yargıtay dilekçesine, delil diye koyduğumuz bu belgeleri, mahkemeye sunarak, açıklama suçunu işlemişim.

Şaka falan yapmıyorum. Avukatın delil diye mahkemeye sunduğu belgelerden suç icat ettiler.

Bu belgeyi hiç açıklamadım. Tıpkı bana postayla gelen diğer belgeleri açıklamadığım gibi. Haberde kullanmadım. Haberi 30 Temmuz 2013’te yazdım. Bu belge bana 20 ya da 21 Şubat 2015’te geldi. Bir davamla ilgili Yargıtay itiraz dilekçesine avukatım bu belgeyi ekledi diye AÇIKLANMASI YASAKLI BİLGİLERİ AÇIKLADIĞIM için bana 4 yıl HAPİS cezası verildi.

Düşünün. Bir mahkeme dosyasında yer alan belgeyi Yargıtay’a delil olarak sunuyorsunuz. Gizli belge diye sizlere 4 yıl hapis cezası veriliyor. Bu belgeden bir de bana gizliliği ihlal suçundan 2 yıl hapis cezası verildi. Aynı belgeden iki suç icat edildi. Bir hayvandan iki post çıkardılar.

Bana ceza veren mahkeme başkanı ilk duruşmada ne demişti. “Bu dava için özel oluşturulduk. Direkt kaleye gideceğiz.” Özel oluşturulan heyet, direkt sonuca, kaleye gidip, sanıklara gol atmayı amaçladığı için işte bu cezaları bana verdiler. İstinaf mahkemesi de tıpkı terör örgütü üyeliği gibi bu 6 yıllık cezayı da onadı.

Mahkemenin GİZLİ, açıklanması yasaklı belge dediği belgede ne olduğunu da yazayım. Belgenin üzerine GİZLİ damgası vurulmuş. Mersin Emniyeti istihbarat şubenin bir belgesi olduğu belirtiliyor. İşte o belgede yazanlar

.  

DEĞERLENDİRME:

Tat Bakliyat Yönetim Kurulu Başkanı Şerafettin Memiş geçtiğimiz aylarda Mersin Gümrük Muhafaza Kaçakçılık ve İstihbarat Müdürlüğü tarafından yakalanan TAT Bakliyata ait (1648) bin altı yüz kırk sekiz ton GDO’lu çeltik ürünün piyasaya sürülebilmesi ve şirket prestijinin zedelenmemesi için lobi faaliyetlerinde bulunduğu, BİO GÜVENLİK KURULU’na GDO’lu ürünler hakkında yeni bir karar çıkarılması için baskı yaptığı, fakat kurul başkanından olumsuz cevap alınması üzerine Ankara’da üst düzey bürokratlarla görüşmeye çalıştığı,

11.03.2013 tarihinde AK Parti Genel Başkan Yardımcısı ve Hükümet Sözcüsü Hüseyin Çelik ile görüştüğü, Hüseyin ÇELİK’in de Tarım Bakanı Mehdi Eker ile görüşeceği, akabinde gelişmelerden Şerafettin Memiş ile görüşeceğinin değerlendirildiği hususunu, Arz.

İşte bu notu, Yargıtay dilekçesine eklediğim için bana 6 yıl hapis cezası verildi.

Mersin’deki davada bana işte böyle gerekçelerle terör örgütü üyeliğinden 13 yıl 6 ay, açıklanması yasaklı belgeyi Yargıtay dilekçesine eklemekten 4 yıl, aynı belgelerle ilgili gizliliği ihlalden 2 yıl hapis cezası verildi.

Son olarak şunu da yazayım. Bana belgeler postayla 20 yada 21 Şubat 2015’te geldi. Bu belgelerde 4 ayrı soruşturma vardı. Üç soruşturmayla ilgili dava 2013 yılında açılmıştı. Yani gizlilik ihlali söz konusu değildi.

Son soruşturma ise Mersin’de Ağır Ceza Mahkemesinde 2015/13 Esasla Ocak 2015’te açılmıştı. Yani soruşturmanın gizliliği Ocak 2015’te kalkmıştı. Kaldı ki bu soruşturmayla ilgili 2014 yılında soruşturma devam ederken gizlilik kaldırılıp avukatlara belgeler verilmiş. Yani son soruşturmada da gizlilik söz konusu değil. Mahkeme iddianameyi bana posta gelmeden bir ay önce zaten kabul etmiş ve gizlilik kalkmış. Buna rağmen bana gizliliği kalkan, dava aşamasına geçmiş belgeden 2 yıl hapis cezası verildi. Ve bunların itiraz hakkı da bitti. Balyoz ve bu davadan beni haksız yere 8 yıl içeride tuttukları için, şimdi farklı davalarla bu sekiz yılı nasıl telafi ederiz derdine düştüler. Tek gerekçe bu. Haksız yere sekiz yıl içerde tuttuklarını bildikleri için başka yolla bu sekiz yılı telafi etme arayışı.

Yukarıda anlattıklarımın belgelerini ek olarak başka bir dosyada sunuyorum. Belgelere bakıp anlattıklarımın hepsinin gerçek olduğunu görebilirsiniz. Mersin davam bu şekilde.