İMAJINI DÜZELTMEYE ODAKLANAN İSİM: ZÜHTÜ ARSLAN 

Bir önceki yazımda, AYM Başkanı Zühtü Arslan ve bazı üyelerin son 8 yılda verdikleri hukuk dışı kararlardan örnekler verip, kendilerinin “kuzu postuna bürünmüş kurtlar” olduğunu belirtmiştim. 

Emekliliği yaklaşan AYM Başkanı Zühtü Arslan, her fırsatta kamuoyunun karşısına çıkıp, kendilerinin “hukuk ve adaletten yana hakimler” olduklarını anlatmaya çalışıyor. “Özgürlüklere kıydırılmayacağını, sadece din ve vicdan özgürlüğü alanında değil, yaşama hakkından ifade özgürlüğüne, adil yargılanma hakkından örgütlenme özgürlüğüne kadar tüm anayasal hak ve özgürlüklere ilişkin çok önemli kararlar verdiklerini, vermeye de devam edeceklerini” anlatıp duruyor.  

23 Eylül 2020 tarihli AYM Başvurusunun 8’inci yıl törenlerinde ise şu mesajları vermişti; “Yargı kararları eleştirilebilir. Yargı kararları özellikle AYM kararları kutsal metinler değildir. Eleştirilebilir. Dahası eleştirilmelidir. Bundan en fazla kurumsal olarak kararları eleştirilen yargı kurumu faydalanır. Yargı kararlarının eleştirilmesi ifade özgürlüğü kapsamındadır. Anayasa Mahkemesi’ne katkı yapmak istiyorsanız, lütfen kararlarımızı eleştiriniz. Eleştirileri gerçekten dikkate alıyor ve değerlendiriyoruz.”

Bu sözler, Zühtü Bey’in kendisi ve AYM’yi temize çıkarma çabası içinde olduğunu gösteriyor. Öyle anlaşılıyor ki “temize çıkarılacak” durumlar var ve Sayın Arslan da bunun farkında. Emeklilik öncesi bir “imaj düzeltme” çabası içinde. 

Zühtü Arslan ve arkadaşları, özellikle son sekiz yılda çok hukuksuz karara imza attılar. Üçüncü dünya ülkelerinin bile gerisinde kararlar verdiler. Adaleti, hukuku katlettiler. 

Önceki yazımda eski AYM üyesi Celal Mümtaz Akıncı ve diğer üyelerin hakkımda nasıl hukuksuz karara imza attıklarını detaylı yazdım. Sayın Arslan o yazımı dikkatli okuyabilir. 

AYM’nin son yıllarda verdiği hukuksuz kararları topluyorum. Bir kitap çalışmam olacak. Binlerce hukuksuz karara imza atılmış. Bir yargıçta olması gereken “cesaret, bağımsızlık ve tarafsızlığın” AYM üyelerinin neredeyse tamamında olmadığı görülüyor. Korkunun esiri olmuşlar. 

Sayın Arslan, AYM’ye çok sayıda bireysel başvuru yapıldığını, bu iş yükünü taşıyamaz hale geldiklerini, hak ihlallerinin kaynağında çözülmesi gerektiğini sık sık belirtiyor. Çözüm makamı olması gereken yer, şikayet makamı olmuş durumda. 

Bugün sizlere AYM’de nasıl bir işleyişi olduğu hakkında bilgiler sunmaya çalışacağım. AYM’nin bazen önlerindeki dosyaları, dilekçeleri okumadan karar verdiklerini göreceksiniz. 

Silivri cezaevinde bir dönem benimle birlikte kalan bir tutuklu, AYM’ye dilekçe yazmıştı. AYM’den bir belge istiyordu. Bireysel başvurusu yoktu. AYM bu şahsa “başvurunuz reddedildi” diye cevap verdi. 

Başka bir tutuklu, infaz hakimliğine bir dilekçe yazmıştı. Cezaevi bu dilekçeyi yanlışlıkla AYM’ye göndermiş. AYM bu şahsa “başvurunuz reddedildi” diye cevap verdi. Oysa bu tutuklu AYM’ye başvurmadığı gibi başvuru formu da göndermemişti. 

Son bir örnek. Bir tutuklu AYM’ye müracaat ediyor. AYM bu tutukludan eksik olan bir belgeyi istiyor. Tutuklu belgeyi istenen zamanda kendilerine gönderiyor. AYM bu şahsa “belgenin alındığına dair resmi yazı” veriyor. (Yazıyı bizzat ben gördüm) Sonra bakın neler oldu; Bu şahsa, “başvurunuz, belge göndermediğiniz için reddedildi” diye cevap verildi. 

Bunun gibi binlerce örnek var. Verdikleri hukuksuz kararlara girmiyorum bile. 

Zühtü Bey, sık sık kamuoyunun karşısına çıkıp, “hak ihlallerine ilişkin çok önemli kararlar verdik, vermeye devam ediyoruz” demesine rağmen, benimle ilgili verdikleri kararı önceki yazımda sizlerle paylaşmıştım. 

2013 yılı sonrası hakkımda 140’tan fazla dava açıldı. (Soruşturma 300’ün üzerinde) 2017, 2018 yılından itibaren AYM’ye onlarca müracaatta bulundum. Beş yıldır bu müracaatlarım önlerinde bekliyor. Dosyaların kapağını bile açmadan arşivde tutuyorlar. Çünkü bu müracaatlarda “hak ihlali” olduğunu yüzde yüz biliyorlar. Kendilerinden önceki AYM Genel Kurulu, 2009, 2010 yılında benzer haberlerimle ilgili “basın ve ifade özgürlüğü kapsamında” hak ihlali kararı vermişti. Onlar da önlerindeki dosyada aynı kararı vermek zorundalar. Ancak belli ki ismimden dolayı dosyalarımı ele alıp, hak ihlali kararı vermekten korkuyorlar. 

Beş yıldır önlerindeki dosyalarımı incelemeyen AYM Başkanı Zühtü Arslan, kamuoyunun önüne çıkıp, “en kısa ve makul sürede tüm başvuruları ele alıyoruz” diyebiliyor. AİHM, bir buçuk yılı bile makul süre aşımı olarak görmesine rağmen, onlar beş yıldır dosyalarımı incelemiyorlar.        

AYM Başkanı Zühtü Arslan ve bazı AYM üyelerinin son 10 yıldır izlediği bazı politikaları sizlerle paylaşmak istiyorum. Yazacaklarım, AYM’nin işleyişi hakkında bazı fikirler verecek. 

Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan itibaren bazı bürokratların olağanüstü durumlarda sık sık kullandıkları üç yöntemi uyguluyorlar. 

İlk yöntem şu; AYM’nin önünde, ellerini yakacak bir dosya varsa bu “kor ateşe” dokunmamaya, ellerini sokmamaya çalışıyorlar. Başkan Arslan ve bazı üyeler, bu davalarda topa girmeyip arkada durmayı tercih ediyorlar. Kararları AYM Genel Kuruluna getirmeyip, seçilen başka birime, beş üyeye havale ediyorlar. Bu seçilen kişiler de genelde hükümetin, siyasetin istediği kararı verecek isimler oluyor.  

İkinci yöntem ise şu; Dosyayı başka birime havale edemeyecekleri anladıkları an, “zamanın ruhuna ayak uydurup”, siyasi iradenin isteğine göre karar veriyorlar. Bu kararlar da genelde “hukuk ve adaletten” yoksun oluyor. 

Bu yöntemle işledikleri hukuk cinayetlerini ise başka bir yolla kapatmaya çalışıyorlar. Kamuoyunun çok konuştuğu bir olay ya da kişi hakkında “hak ihlali kararı” verip, geçmişte işledikleri hukuk cinayetlerinin üzerini örtüyorlar. Bir anda medya bu karar sayesinde onları “özgürlükçü, hukuktan yana hakimler” olarak lanse ediyor. AYM üyeleri bu yöntemi sık sık kullanıyorlar. 

Zühtü Arslan’ın kamuoyu önüne çıkıp sık sık açıklama yapması da bu kapsamda değerlendirilebilir. “Özgürlükçü” söylemle, geçmişte verdiği hukuksuz kararları unutturmaya çalışıyor. Bu açıklamalarla aslında “imaj çalışması” yapıyor. 

Kullanılan üçüncü yöntem ise şu; Gazeteci, siyasetçi, aktivist ya da kamuoyunun yakından tanıdığı bir kişi siyasi nedenle ve hükümetin emriyle tutuklanmışsa, AYM, bu kişilerin dosyaları incelemeyip kulağının üzerine yatıyor. Siyasetin tepkisini çekmemek için zamana oynuyor. Ancak o kişiler yıllarca hapiste kalıyorlar. Bu kişilerin “tutukluluk ve hak ihlalleri” başvurularını yıllarca gündeme almıyorlar. 

Bu kişilerle ilgili ya da şunu yapıyorlar. Siyasetin baskısıyla dosyasını ele alıp, herhangi bir “hak ihlali olmadığına, tutukluluklarının hukuki olduğuna” karar veriyorlar. 

Haksız yere tutuklanan bu kişiler bu karar sonrası Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvuruyorlar. Bu arada yıllar geçiyor. AİHM, bu başvurularla ilgili “hak ihlali kararı vereceği” an, AYM hemen devreye giriyor. Yıllardır rafta beklettiği dosyayı acele raftan indirip, “hak ihlali” kararı veriyor 

AİHM dosyayı ele almasa, AYM yıllarca dosyayı ele almayacak. AİHM’in hak ihlali kararı vereceğini anladığı anda da hemen kendi “itibarlarını” kurtarmak için “dosyayı ele alıp karara bağlıyorlar. Bu yöntemle verilmiş binlerce kararı bir çırpıda sayabilirim. 

AYM daha önce dosyasını ele almış ve “hak ihlali kararı yok” diye karar vermişse, bu kez şunu yapıyorlar. AİHM’nin hak ihlali kararı vereceğini anladıkları an, bu kez aynı kişinin başka bir müracaatını hızlıca ele alıp, bir önceki kararının aksine, bu kez “hak ihlali” kararı veriyorlar. Bu yolla yine akılları sıra kendilerinin ve mahkemenin “imajını” korumaya çalışıyorlar.

AYM’nin yaptığı başka bir hukuk skandalını yazayım. Anayasa Mahkemesi hukuka aykırı delillerle  ve istihbarat bilgileriyle verilen hapis cezalarında da bir sorun görmüyor. 

Polis çalıştaylarında hukuk cinayetlerine kılıf bulunması için “istihbari verilerin delil olarak kullanılması için yasa yapılsın” şeklinde öneriler dile getiriliyor. AYM, bu hukuk cinayetlerinde de herhangi bir hak ihlali görmüyor. 

2022 Ekim ayı istatistiklerine göre AYM başvurularının sayısı 450 bini aşmış. AYM, incelediği bireysel başvurulardan 283 bin 783’ünde red kararı vermiş. 29 bin 37 başvuruda ise hak ihlali kararı verilmiş. Ortalama incelenen 10 başvurudan sadece birinde hak ihlali kararı verilmiş. 

Yargıya güvenin yerlerde süründüğü bir dönemde, AYM yüzde 90 oranında mahkemelerin verdiği kararların doğru olduğunu söylemiş. Bu da yukarıda belirttiğim gibi AYM’nin dosyaları incelemeden karar verdiğinin başka bir göstergesi. 

AYM red kararı verdiği bireysel başvuruları okumuyor, incelemiyor. Kopyala yapıştır yöntemiyle yüzlerce karar vermiş durumda.  

AYM Başkanı Zühtü Arslan’ın “işimiz çok, yerimiz dar” diye söylenmesine gerek yok. Zaten başvuruları yeterince incelemiyorlar ve kendileri hak ihlali yapıyorlar.  AİHM de onların yaptığı hak ihlallerini kararlarıyla gözler önüne seriyor. 

Bugünlerde pek tartışılmıyor ancak ileride çok tartışılacak bir nokta daha var. Cumhuriyet Savcıları, ceza yargılamalarında kamu adına dava açan taraftır. Bu tür yargılamalarda taraflar arasında eşitliğin sağlanması evrensel hukuk ilkelerinden biridir. “Hiç kimse kendi davasının yargıcı, hakimi olamaz. Hiç kimse aynı anda hem hakim, hem savcı olamaz.”

Bu ilke doğrultusunda hukuk sistemimizde gerekli yasal düzenlemeler yapılmıştır. Bu kapsamda kanun koyucular, savcının iddianamesini yazıp açtığı davaya bakamayacağı, ilk derece mahkemesi hakimlerinin kanun yolu başvurularını karara bağlayamayacağını teminat altına almışlardır. 

Ancak, kanun yapanların bile aklına gelmeyecek işler son yıllarda adalet sistemimizde yaşanmaya başlandı. İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı iken önce Yargıtay’a (orada hiç görev almadan) sonra da AYM’ye atanan İrfan Fidan, kendi dosyalarıyla ilgili karar veriyor. 

Savcı olarak yaptığı soruşturmalarda tarafı olduğu, dava açtığı dosyalar hakkında AYM’ye yapılan bireysel başvurularda hakim sıfatıyla karar veriyor. Yani aynı anda hem hakim, hem savcı olarak dosyalarda görev alıyor. Savcı ve hakimlik sıfatları AYM’de İrfan Fidan’ın şahsında birleşmiş durumda. 

İrfan Fidan’ın savcı olarak görev aldığı dosyalardaki şüpheliler, AYM’ye müracaatlarında “bu kişi benim dosyamda görev aldı. Davamı açan savcı. Bireysel başvuruma bu nedenle bakamaz” diye AYM’ye dilekçe sunup, “reddi hakim talebinde” bulunmalarına rağmen, dosyaları İrfan Fidan’ın görev aldığı AYM’nin 3. Komisyon 1. Bölümüne gönderiliyor. Fidan tarafından karara bağlanıyor. 

Yani İrfan Fidan kendi davasının yargıcı olmakla “ben hak ihlali yapmadım” diye AYM üyesi sıfatıyla aslında kendi adına, kendisiyle ilgili karar veriyor. 

Zühtü Arslan, hukukun evrensel kuralına aykırı bu durumla ilgili bugüne kadar tek bir cümle sarf etmedi maalesef.   Saf etmediği gibi dosyaları bu bölüme sevk ederek, AYM Başkanı olarak bu duruma imkan ve onay verdi.  

 Anlaşılan Sayın Arslan emekli olmadan öne kendi “imajını” düzeltme telaşında. Bir de bazı kesimlere şirin görünme derdinde. Tarih kendisini “hak ihlallerini çözmekte kararlı bir başkan” olarak değil, “işimiz çok diye yakınan, hukuksuz kararlara imza atan, cesaretten yoksun bir başkan” olarak yazacak. 

Sayın Arslan 2020 yılında yaptığı konuşmasında “yargı kararları eleştirilebilir, özellikle AYM kararları kutsal metinler değildir, eleştirilmelidir” demişti. Aynı konuşmasında “Anayasa Mahkemesi’ne katkı yapmak istiyorsanız, lütfen kararlarımızı eleştiriniz. Eleştirileri gerçekten dikkate alıyor ve değerlendiriyoruz” cümlelerini de sözlerine eklemişti.  

Yazımı umarım bu çerçevede değerlendirir. Emekli olmadan önce önünde tarihin kendisini başka türlü yazması için fırsatlar var. Umarım “imaj çalışması” yapmak yerine, AYM olarak önlerindeki dosyalarda yapılan hukuksuzlukları giderme yönünde kararlarlar verir. Beş yıldır sümen altı ettikleri bireysel başvurularımdan başlayabilir. Tabi o cesaretleri varsa. Korkularının esiri olmamışlarsa.  



Mehmet BARANSU

Silivri Zindanı