PARA VE TEHDİT KARŞILIĞI HAKKIMDA İFTİRA ATTIRILAN YALANCI TANIĞIN HİKAYESİ

BU KİŞİNİN ORTAYA ÇIKAN SES KAYDI VE KAYITTAKİ İTİRAFLARI

AFYON CEZAEVİNDEN MAHKEME DOSYASINA GİREN ŞOK BELGE

KARAR GAZETESİ, ODA TV, AYDINLIK, SABAH GAZETESİ, HADİ ÖZIŞIK BU YALANCI TANIĞIN İFTİRALARINI NASIL HABERLEŞTİRDİLER?

MERSİN GDO’LU PİRİNÇ DAVAMDAKİ YALANCI TANIĞIN HİKAYESİ


BİRİNCİ BÖLÜM

Mersin’de hakkımda açılan GDO’lu pirinç davasıyla ilgili sizlere bir süre önce kısa bilgi vermiştim. Kansere neden olan GDO’lu pirinçleri Türkiye’ye sokan kişilerle ilgili haber yaptım diye bana 19 yıl 6 ay hapis cezası verildi. (Bu davayla ilgili daha önce yazdığım yazıyı okuyabilirsiniz.)

İşte o davanın iddianamesindeki tüm suçlamaların yalan olduğu ortaya çıkınca, dava dosyamızı hazırlayan savcı ve polisler, yargılanan biz sanıkları suçlamak için bir yalancı tanık buldular. Onu, para ve tehdit karşılığı ifade vermeye zorladılar. O da polis ve savcının hazırladığı ifadeyi imzalamak zorunda kaldı.

Zorunda kalmış diyorum çünkü bu kişinin ses kaydı ortaya çıktı ve bizlere nasıl iftira attığını o ses kaydında tek tek anlattı.  

İşte bu yalancı tanığın ifadesinde bile olmayan iddiaları Karar gazetesi, Aydınlık Gazetesi, ODA TV (Soner Yalçın, Barış Terkoğlu ve Barış Pehlivan üçlüsü), Hadi Özışık denen İnternethaber sitesi sahibi şahıs Sabah gazetesi çarpıtıp, aleyhime haber yaptılar.

Haber 1 Ocak 2017 tarihinde yayınlanmış. Cezaevinde olduğum için bu haberden yıllar sonra haberdar oldum. Sanırım üç yıl sonra avukatım bana bu haberden bahsetti.    

Bu yalancı tanık, Mersinli olan BBP Genel Başkan Yardımcısı Kaptan Kartal’ın şoförlüğünü yapıyormuş. Aynı zamanda da Mersin Emniyeti İstihbarat Şubenin haber elemanı, ajanıymış. (Kendisi mahkemede bunu itiraf ettiği için yazdım)

Bu tanığın adı Ramazan Murat Işık.

Savcıya 190 sayfa ifade vermiş. Benimle ilgili anlattığı bölüm yarım sayfa. 190 sayfada binlerce yalan sıralamış. Lafın gelişi binlerce yalan demiyorum, gerçekten binlerce yalan söyleyip sanık olarak yargılanan bizlere iftiralar atmış. (Ben o davada 27 polisle beraber yargılandım. Polislerin bana belge verdiği ve benim de GDO’lu pirinç haberini bu şekilde yaptığım iddiasıyla suçlandım.)

Yalancı tanığın bizlere attığı binlerce iftirayı tek tek anlatmayacağım. Sadece birkaçından bahsedeceğim. Bu kişi hakkımızda iftira attıktan sora kendisine ait iki ses kaydı ortaya çıktı. Ses kaydında bizlere iftira atması için polislerin kendisini nasıl tehdit ettiğini, zorladığını anlatıyor. Ayrıca davamızda müşteki olan bir avukat da bu yalancı tanığın hakkımızda ifade vermesi için bir mahkeme dosyasına ait para cezasını ödemiş. Para cezası ödenmezse bu kişi hapse girecekmiş.

Bu ses kayıtları Mersin’de bir mahkeme dosyasına girmiş. Bu ses kaydından duruşmada tesadüfen haberdar olunca, kaydın mahkemeye getirilmesini talep ettik. Yan mahkemeden kayıt geldi ve Mersin Cumhuriyet savcısı başta olmak üzere, Mersin polisinin ve bir avukatın bizlere kumpas kurmak için neler yaptıklarını kulaklarımızla işittik.

Bu kişinin yalanları ve iftiraları binin üzerinde olduğu için bunlardan bir kaçını sizlerle paylaşacağım. Merak edenler yalancı tanığın mahkeme huzurunda çapraz sorguda nasıl tel tel döküldüğünün mahkeme kayıtlarını okuyabilirler. Dava dosyamızda yaklaşık 200 sayfa bu konuyla ilgili.  

Bu yazıyı yazmamın nedeni ise şu: Karar Gazetesi, ODA TV ve Aydınlık Gazetesi bu kişinin anlattığı yalanları araştırmadan ismimi ve fotoğrafımı kullanarak hakkımda yalan haber yapmışlar.

Yalancı tanığın yalanlarını haber yapmalarında benim açımdan bir sakınca yok. Bu gazeteler haberlerinde aşağılıkça bir yöntem kullanmışlar. Yalancı tanığın ifadesini çarpıtmışlar. Yalancı tanık ifadesinde, Fethullahçı polislerin bana GDO’lu pirinç haberiyle ilgili ses kayıtları verdikleri iftirasında bulunmuştu. İfadesinin benimle ilgili olmayan başka bir yerinde ise polislerin bir masaj salonuyla ilgili görüntüleri aldığından bahsetmiş. Anlattığı bu bölümde ne benim adım ne de başka bir gazetecinin adı var. Bir belediye Başkanını ve Mersin’deki bazı polisleri suçlamak için ifadesinde bunları anlatmış. Dediğim gibi anlattığı olayla benim bir ilgim, alakam yok. İfadesinde de bu açık.  

İşte bu gazeteler ifadenin bu bölümünü çarpıtıp, sanki bu masaj salonu görüntüleri bana verilmiş gibi yalan bir haber yapmışlar. Üstelik de fotoğrafımı kullanarak algı çalışması yapmışlar.

Karar Gazetesi’nde Kenan Butakın adlı bir kişi bu yalancı tanığın ifadesini haberleştirmiş. Haberinde “BAŞKANA GÖRÜNTÜ ŞANTAJI” başlığını atıp, hemen altına ise bu yalancı tanığın benimle ilgili yalanlarına yer vermiş. Ancak alıntılanan ifadede başkana görüntülü şantajla ilgili tek bir cümle kelime yok. Gazete resmen yalan söyleyerek, sanki bana birilerinin kaset görüntüleri verilmiş gibi algı çalışması yapmış.

Bu haberi ODA TV internet sitesi hemen alıntılamış. Soner Yalçın başkanlığında Barış Terkoğlu, Barış Pehlivan tam aşağılıkça bir habere imza atmışlar. Benim fotoğrafımı ve Emre Uslu’nun fotoğrafını kullanıp, haberin başlığına şunu atmışlar; “O belediye başkanının yatakta çıplak vaziyette bir bayanla çekilen birçok fotoğrafı vardı.”

İşte bu başlıkla sanki bu görüntüler bana verilmiş gibi aşağılıkça bir algı çalışması yapmışlar. Yalancı tanığın ifadesini yayınlamışlar ancak yalancı tanığın ifadesinde bu görüntülerin bana verildiğine dair tek bir kelime yok. Benimle ilgili böyle bir suçlaması yok.

Soner Yalçın’ı 1997 yılından itibaren tanırım. Rahmetli Muhsin Yazıcıoğlu’yla ilgili “Binbaşı Cem Ersever’in Anıları” kitabında nasıl yalan ifadeler kullandığını, ona iftiralar attığını tüm belgeleriyle Aksiyon dergisinde yayımlamıştım. O günden itibaren de aramızda bir husumet var. 2011 yılında ODA TV iddianamesi yayımlandığında Barışlarla bir telefon tapesi iddianameye yansımıştı. Benim hakkımda nasıl yalan ve iftira haber yaptırdığı kayıtlara girmişti. ABD, Baransu ilişkisi hakkında haber yapın diye Barış Pehlivan ve Barış Terkoğlu’na emirler vermişti. Karşısındaki isim, “Baransu’nun ABD’de ne yaptığını bilmiyoruz, elimizde delil yok” demesi üzerine Soner Yalçın’ın nasıl küfürler savurduğu, haberi yapma emri verdiği, amaçlarının gerçek değil algı olduğu o telefon kaydında açık açık ortaya çıkmıştı.

Ve bu aşağılıkça haberi ODA TV’de yaptılar. ABD’de eğitim amacıyla 4 yıl kalmıştım onlar ise ABD, Baransu, CIA diye aşağılıkça haber yaptılar. Bu haberi siteye koyan Barış Pehlivan ve Barış Terkoğlu’nun bugünlerde ortalıkta namuslu gazeteci diye dolaşması ise ayrı bir ironik durum.

Tekrar yalancı tanığın ifadesine döneyim.

Yalancı tanığın ifadesini Sabah gazetesinin yanı sıra internethaber.com yayın yönetmeni bir dönem “arkadaşım” olduğunu düşündüğüm Hadi Özışık denen kişi de haberleştirmiş. Özışıkla ilgili hesaplaşmamı cezaevinden çıktığımda yapacağım. Sedat Peker’in video ifşaatıyla kendisi hakkında kamuoyu bilgi sahibi olmuştu. Veyis Ateş’i kamuoyu finalde nasıl tanıdıysa, benzer işlere imza atan Hadi Özışık’ı da aynı şekilde KESİNLİKLE öğrenecektir.

Yalancı tanığın ifadesinin çarpıtılıp hakkımda haber yapılmasından çok geç haberdar oldum. O dönem bir açıklama yapamadım çünkü avukatlarım benden açıklama yapmamamı istediler. Mahkemenin bitmesini ve yalancı tanığın yalancı olduğunun mahkeme kayıtlara girmesini istediler. Ben de onların isteklerine uydum. Araya pandemi süreci de girince açıklama yapmam maalesef gecikti.

Yalancı tanığın tüm foyası mahkemede ortaya çıktı. Yalancı tanık mahkemede dinlendi. Duruşmada, yalanları belgeleriyle tek tek ortaya çıktı. Ses kayıtları ortaya çıktı. Asıl bomba ise bir cezaevi kaydının mahkeme dosyasına girmesi oldu. Aşağıda anlatacağım.

Bu tanığın ifadesinin gerçeği yansıtmadığı ortaya çıkınca mahkeme gerekçeli kararında özetle şunu yazdı: “Bu kişinin ifadesini delil olarak kabul etmedik. Söylediği olaylar arasında tarih uyuşmazlıkları ve çelişkiler var…” Mahkemenin gerekçeli kararındaki ilgili bölümleri aşağıda sizlere sunacağım.

Bu kişinin para ve tehdit karşılığı bizlere iftira atmak için polis tarafından ayarlandığı ortaya çıkmasına rağmen, Karar gazetesi, ODA TV ve Aydınlık gazetesi bu gerçeği saklayıp, ifade sanki gerçekmiş gibi yalan haber yaptılar. ODA TV’de o dönem çalışan Barış Pehlivan ve Barış Terkoğlu da yine bu operasyonda rol alan isimlerden biriydi.  

BU YAZIMI PAYLAŞMANIZI İSTİYORUM. ÖZELLİKLE BU AŞAĞILIKÇA HABERİ YAPAN KİŞİLERE GÖNDERMENİZİ RİCA EDİYORUM

Bugün sizlere Mersin’deki bu yalancı tanığın hikâyesinin perde arkasını yazacağım. Sizlerden de küçük bir ricam olacak. Yazdığım bu yazıyı Karar gazetesi, ODA TV, Aydınlık, Sabah gazetesi, Hadi Özışık ve bu haberi yayımlayan diğer internet sitesi sorumlularına ulaştırmanız. Bu aşağılıkça operasyonda yer alan kişilere bu yazdıklarımı ulaştırmanızı istiyorum. Onları, bir açıklama yapmak için zorlamanızı bekliyorum. Açıklama yapamayacaklarını da biliyorum. Belki utanma duyguları vardır ve onları utançlarıyla başbaşa bırakırız. Sekiz yıldır küçük bir hücrede tek başına kalan, soğuktan bir böbreğini kaybeden biri olarak sizlerden bunu rica ediyorum.

Yalancı tanığın hikayesini anlatmaya başlayayım…

Yukarıda da belirttiğim gibi Mersin’deki davamda savcı ve polisin hakkımda ileri sürdüğü tüm iddiaların yalan olduğu belgeleriyle ortaya çıktı. Mahkeme heyetine “hepiniz ileride hesap vereceksiniz” dediğim için bana 19 yıl 6 ay hapis cezası verildi. Mahkeme gerekçeli kararında şunu yazdı: “Mersin’deki polislerin Mehmet Baransu’ya haberde kullandığı bilgi ve belgeleri verdiğine dair kesin inandırıcı kanıt elde edilememiştir… Beraatlerine… Mehmet Baransu’ya bu belgeleri kimin, ne zaman, nasıl ve ne şekilde verdiğine dair delil elde edilememiştir. Kesin inandırıcı delil elde edilememiştir. Ancak Baransu MUHTEMEL irtibatlı olduğu FETÖ’cülerden bu belgeleri almıştır.”

Şaka falan yapmıyorum. Aynen bunu yazarak bana 19 yıl 6 ay ceza verdiler. (Bu mahkeme kararıyla ilgili yazdığım yazıyı ekte okuyabilirsiniz.)

İddianamede bana yöneltilen tüm iddiaların gerçek dışı olduğu ortaya çıkınca mahkeme bir ikilem yaşadı. 15 Temmuz darbe girişimi sonrası GDO’lu pirinç haberi yapıp hükümete darbe girişiminde bulunmaktan beni tutuklamıştı ancak tüm iddiaların yalan olduğu ortaya çıktı. Beni serbest bırakmaları gerekiyordu. Bir yerlerden aldıkları emir gereği olsa bırakamıyorlardı.

İşte bu aşamada savcı davam devam ederken bir yalancı tanık bulmuş. Daha doğrusu polisler bulmuşlar ve savcıya getirmişler. Bu yalancı tanık savcı ve polise yüzlerce sayfa ifade vermiş. Savcılık ifadesi 190 sayfa. 190 sayfalık ifadenin yarım sayfasında da benden bahsetmiş. İfade de özetle hakkımda şunları söylemiş;  

“Mersin’deki Fethullahçı polisler, soruşturmaların belgelerini Kaptan Kartal’ın hastanesine getirdiler. Burada Mersinli gazetecilere servis ediliyordu. Hatta Mehmet Baransu da bir gün Mersin’e geldi. Tırak Obası denen çay bahçesinde polisle ve Kaptan Kartal’la buluştular. Yanlarında olmadığım için ne konuştuklarını bilmiyorum. Hatta Baransu’yu Adana havalimanına ben bırakacaktım. Sonra başkası bıraktı.”

Yalancı tanık, “Fethullahçı olduğu iddia edilen polisler” hakkında da yüzlerce sayfalık ifade vermiş. Kaptan Kartal’ın hastanesinde yapılan toplantılardan, şehir dışına yapılan seyahatlere, Kaptan Kartal’la WhatsApp üzerinde yaptığı görüşmelere yüzlerce olay anlatmış. Emre Uslu’nun isminden bahsetmiş. Ona dosya gönderildiğini söylemiş.

Bu detayları niçin verdiğimi aşağıda anlayacaksınız…  

Bu kişi önce polise sonra da savcıya ifade vermiş. Savcı da anlattıkları gerçek mi yalan mı diye araştırmadan bizleri suçlamak için ifadesini yargılandığım mahkemeye gönderdi. Savcı aslında bu kişinin söylediklerinin yalan olduğunu biliyordu. Ancak savcı da hakkımızda sahte belgelerle iddianame hazırlamıştı ve bunlar yargılamada ortaya çıkmıştı. Savcıya “ileride sen de yargılanacaksın” diye haber göndermiştim. İşte bu savcı işlediği hukuk dışı suçlar ortaya çıkmasın diye bu yalancı tanığa ve yalanlarına mecburen sarılmak zorunda kalmıştı.  

YALANCI TANIĞIN MAHKEMEYE GETİRİLMESİNİ İSTEDİM. MAHKEME TALEBİMİ REDDETTİ.  TANIĞA SORU SORMAMIZI İSTEMEDİ

Mahkemede bu kişinin iftiraları bana suçlama olarak yöneltildi ve savunma yapmam istendi. Heyete şunu söyledim; “Söyledikleri tamamen yalan. Hayatımda Kaptal Kartal’ı görmedim ve kendisini tanımam. Hayatımda Mersin’e hiç gelmedim. İlk kez sanık olarak bu dava için jandarma beni getirdi. Telefon ve HTS kayıtlarıma bakabilirsiniz. Mersin’e hiç gelmediğim görülecektir. Yalancı tanığın iddia ettiği tarihte, öncesinde, sonrasında ben İstanbul’dayım ÇÜNKÜ hayatımda Mersin’e gelmedim. Tırak Obası denen yeri, ismini ilk kez duydum.

Mahkemeden HTS kayıtlarımın dosyaya celbini istedim. Mahkeme bu konuyla ilgili daha sonra karar vereceğini açıkladı.

Mahkemeden bir talebim daha oldu. Bu yalancı tanığın huzura getirilmesini, kendisine soru sormak istediğimi heyete ilettim. Mahkeme tanığın duruşmaya getirilmesi talebimi reddetti. Mahkemenin bu tutumu karşısında şok yaşıyordum.

Yalancı tanık mahkeme eliyle resmen korunuyor, yalanları ortaya çıkmasın diye bizden kaçırılıyordu. Tanığa soru sormamız engelleniyordu. Bu bir suçtu. Mahkeme suç işlemekten bile korkmuyordu.

YOKLUĞUMUZDA TANIK DİNLENDİ. TANIK BİZLERDEN KAÇIRILDI

Mahkeme usulü yerine getirmek için şu kurnazlığı yaptı. Duruşma bittikten haftalar sonra biz sanıklara haber vermeden ara bir duruşma açmış. Bizlere haber vermeden, tanığı duruşmaya getirmiş. Hakimler ve savcıdan başka kimse duruşmada yok. Kapalı oturumda tanığın ifadesini almışlar. O da yarım sayfa ifade vermiş. Savcılıkta söylediklerim doğrudur demiş. Benimle ilgili de girişte bir cümle kullanmış. Mersin’e geldiğim saati mahkeme huzurunda farklı söylemiş.

HEYETİ UYARDIM; SUÇ İŞLİYORSUNUZ, YARIN BUNUN HESABINI HUKUK ÖNÜNDE VERİRSİNİZ

Bir sonraki celse tanığın yokluğumuzda dinlendiğini öğrendik. Hakim pişkin pişkin bunu bizlere açıkladı. Şok olduk. Tanığın kapalı celsede dinlendiğini bu sayede öğrendik. Bizlere haber vermeden tanık dinlenmiş ona soru sarmamız engellenmişti. Belli ki birileri bu tanığı sorgulamamızdan korkmuştu.

Mahkeme o duruşmada bir ara karar tesis etti. Yalancı tanığa sorularımız varsa bunları yazılı olarak 15 gün içinde mahkemeye göndermemizi istedi. Soru sayısı da 10 adeti geçmeyecekti.

Bunu kabul etmem mümkün değildi. Mahkemenin bu kararına itiraz ettim. Heyet itirazımı yine reddetti. Duruşmayı bitirdi.

Cezaevinden mahkemeye dilekçe üstüne dilekçe yazdım. Yazılı soru sorma hukuksuzluğuna alet olmayacağımı, soru göndermeyeceğimi, hukuksuz eylemlerini hukuki hale getirmeyeceğimi söyledim. Bu ülkeye tekrar hukuk geldiğinde bu hukuksuzluğun hesabını mahkeme heyeti olarak vereceklerini de dilekçemde açık açık belirttim. Soru göndermiyordum. Göndermeyi reddettim. “Bu tiyatroda yokum, sizlerin tiyatrosunda, oyununda figüran olmayacağım” dedim.

Mahkeme CMK’ya açıkça aykırı işlem yapıyordu. Çünkü tanığın yalan söylediğini en iyi onlar biliyordu ve tanığı bizden kaçırıyorlardı. (Mersin’deki davamda bu işleme imza atan hakimlerden biri, bir kadın hakime, şuan İstanbul’da kamuoyunun çok yakından takip ettiği bir davada başkanlık yapıyor. Benim yargılandığım GDO pirinç davasında bu hukuksuzluklar ortaya çıkmasın diye ilk duruşmada yayın yasağı almışlardı. İstanbul’da görev yaptığı davada da ilk duruşmada yayın yasağı kararı verdi.)

Bir sonraki celse mahkeme başkanına aynı şeyleri tekrarladım. Sonra mahkeme başkanı değişti. Yerine başka bir isim geldi ve bu kişi tanıkla görüşeceğini, mahkemede ifade verip vermeyeceğini soracağını bizlere iletti. (Yarın ikinci bölümle devam edeceğiz.)

İKİNCİ BÖLÜM


TANIK MAHKEMEYE GELDİ VE YALANLARI TEK TEK ORTAYA ÇIKTI

Tanıkla görüşüldü ve tanık bir sonraki duruşmaya getirildi. O, mahkeme salonunda, bizler ise SEGBİS’le, video konferans yöntemiyle duruşmaya katıldık. Kürsüye çıktı. Direk benimle ilgili olayla başladı. Dakika bir gol bir. İlk cümlesinde yine saatleri, olayları farklı anlatmaya başladı. İlk cümlesinde iki yalanı ve iki çelişki ortaya çıktı.    

İlk ifadesinde “Mersin’e geleceğimi bir gün önce Kaptan Kartal’dan öğrenmiştim” diyen kişi, mahkemede ise “çay bahçesine gittiğimizde Baransu’yu gördüm. Mersin’e geldiğini ilk kez bu sayede öğrendim” dedi.

İlk ifadesinde yanımızda “şu şu isimler vardı” demişti. Mahkemede başka isimler söyledi. İlk ifadesinde çay bahçesine gece yarısı geldiğimi söylemişti bu kez “öğlen geldi” dedi.

Savcılık ifadesinde “Baransu’yla çay bahçesinde ne konuştular bilmiyorum” diyen kişi, mahkemede “ses kayıtlarını konuştular. Kulağımı kabarttım ve duydum” dedi.

(Parentez açıp şunu söyleyeyim. İddianamede savcı, benim Taraf gazetesindeki haberimde ve tweetlerde ses kaydı yayımladığım iftira ve yalanında bulunmuştu. Yargılama sonucu ses kaydı yayımlamadığım mahkeme kararıyla ortaya çıktı. Gerekçeli kararda aynen yazdı. Savcı ve polislerin işte bu yalanı telafi edilmek için yalancı tanığa bunlar söylettirildi.)

Sonra çapraz sorguya geçtik. Sözü ilk ben aldım.

Kendisine savcılıktaki ifadesinde çay bahçesine geldiğinde bizi beraber gördüğünü söylediği polislerden hiç bahsetmediğini söyledim. Şu cevabı verdi: “Polisler sonradan geldiler.” Devamında ise bu söylediğini tekrar unuttu ve çay bahçesine geldiğinde o kişiler oradaydı dedi.

Savcılık ifadesinde, “Baransu akşam saat 20:30’da Mersin’deki Tırak Obasında çay bahçesinde polislerle buluştu” diyen kişi, mahkemedeki ifadesine başlarken “öğlen saatinde buluştular” dedi.

Mersin’de Mart ayında 20:30’da her yer karanlık olur. Öğlen ise aydınlık. Kendisine karanlık mıydı, aydınlık mı diye sordum. Yalanı ortaya çıkınca biraz afalladı ve “ikindi vakti de olabilir” dedi.

Savcılıkta “Baransu 45 dakika çay bahçesinde kaldı” diyen yalancı tanık, mahkemede “2 saat kaldı” dedi.  

Savcılık ifadesinde benim Mersin’e gelme haberimi bir gün önce Kaptan Kartal’dan öğrendiğini söylemişti. “Baransu Mersin’e geleceğini bir gün önce öğrendim. Kaptan Kartal, Adana havalimanından alınacak’ demişti” diyen şahıs,  mahkemede şunu söyledi. “Tırak Obasına gidince Baransu’yu çay bahçesinde gördüm. Mersin’e geldiğini ilk kez o an öğrendim. Daha önce bilmiyordum.”

Kendisine “Tırak obasını ve bahsettiği çay bahçesini bilmediğimi, bana orayı anlatmasını” istedim. Bu soruyu kasıtlı sormuştum. Vereceği cevabı merak ediyordum. Benim çay bahçesinde olduğumu söylediği için bu soruya şu cevabı vermesi gerekiyordu. “Siz zaten oradaydınız. Çay bahçesi gördünüz ve biliyorsunuz. Nasıl bir yer olduğunu biliyorsunuz bana niye soruyorsunuz” demesi gerekirsen bakın neler söyledi.

“Mehmet Bey ben size anlatayım. Sizin bildiğiniz gibi çay bahçesi değil orası. Elit bir yer. Dışarıda masalar var. Camekanlı yer. Üzeri açılan yer. Ağaçlar var.” Bu cümlelerle bana orayı detaylı anlattı. Her cümlesinin arasında “Sizin İstanbul’da bildiğiniz çay bahçelerinden değil” dedi.

Kendisine, “Ben eğer dediğiniz gibi çay bahçesine gelmişsem çay bahçesini zaten biliyorumdur. Benim orada olmadığımı anlatımınızla şuan kabul ettiniz, farkında mısınız” dedim. Sustu ve “Baransu’nun sorularına cevap vermek istemiyorum “dedi.  

Savcılık soruşturmasında Hizbullah dosyası diye bir soruşturma dosyasından bahsetmişti. Bu soruşturma dosyasının bana polisler tarafından verildiğini, Kaptan Kartal’ın yanında benimle telefonla konuşulduğunu söylemişti.

Mahkemede, hem tarihleri değiştirdi hem de sana değil Emre Uslu’ya verildi dedi. “Hizbullah dosyasını verilmesinde Baransu yok, ben orayı karıştırmışım” dedi.

İfadesi bitince ben kendisine çelişkileri, söylediği yalanları tek tek anlatıp bunlara cevap vermesini istediğimde aynen şunu söyledi; “Mehmet Bey ben ifade verirken çelişkileri fark edemem ki.”

Şaka falan yapmıyorum aynen bu cümleleri kullandı.

Savcılık ifadesinde “Mehmet Baransu’yla polisler TIRAK obasında ne konuştular bilmiyorum” diyen tanık, mahkemede “ses kayıtlarını konuştular, duydum” dedi. İlk mahkeme ifadesinde ise “Baransu’yla Tırak obasında buluşmuşlardı kendileri. Görüşmenin içeriğini bilmiyorum. Ben yanlarında değildim. Dışarıda bekliyordum. Ne görüştüklerini bilmiyorum. Ondan sonra da zaten görüşme bitti. Bir 45 dakika sürdü” demişti.

Bu çelişkiyi hatırlattığımda, “dışarıdaydım duymadım ama camekanlı yer olduğu için sonradan kulağımı kabarttım ve tape vereceklerini duydum” dedi.

Savcılıkta “Mehmet Baransu’ya tape vereceklerini, o (Baransu), Mersin’e gelmeden bir gün önce Kaptan Kartal ve Ali İhsan Kaya’dan öğrendim” diyen yalancı tanık, mahkemede “tape vereceklerini bilmiyordum. Tırak obasında çay bahçesinde görünce öğrendim” dedi.

“Baransu saat 20:30’da Tırak obasına geldi ve iki saat kaldı” diyen yalancı tanık, bunu unutup, “Mehmet Baransu’nun uçağı 16:30’daydı. İstanbul’a döndü” dedi. Bu saatleri ve çelişkiyi kendisine sorduğumda “ifademde var oraya bakın” dedi. Ben üsteleyince de “Baransu’nun sorularına cevap vermiyorum, vermek istemiyorum” dedi.

Mahkeme Başkanı kendisine “Mehmet Baransu’nun sorusu ve saatler çok net. Bu soruya cevap ver” dedi. Sıkıştığını anlayınca bu kez hatırlamıyorum” dedi.

Savcılık ifadesinde “Tırak obasındaki görüşmeden sonra benim bir gün Mersin’de kaldığımı, ertesi gün beni havalimanına kendisinin bırakacağını” söylemişti.  Mahkemede ise “Tırak obasında toplantı bitince havalimanına bırakıldı” dedi.

Kendisine bu çelişkiyi açıklamasını sorduğumda “Bu soru değil, açıklamıyorum” dedi.

Yalancı tanığa hem savcılık ifadesi, hem kapalı oturumda alınan ilk ifadesi, hem de huzurda o an verdiği ifadeler arasındaki çelişkileri tek tek hatırlattığımda bana şunu söyledi: “İfadelerim arasındaki çelişkileri ben okurken çıkaramam ki.

Şaka falan yapmıyorum bunlar duruşmada yaşandı.

MEHMET BARANSU’NUN SORULARINA CEVAP VERMİYORUM

Ben üç ifade arasındaki çelişkileri, yalanları kendisine hatırlattıkça köşeye sıkıştığını anladı ve tüm sorularıma şu cevabı verdi. “Mehmet Baransu’nun sorularına artık cevap vermiyorum, vermek istemiyorum.”

Bu kısır döngüden çıkmak için aklıma o sırada bir plan geldi. Bu şahsı tanımıyordum ve hayatımda hiç görmemiştim. Onu yumuşatmak için “Murat Bey” diye hitap edip, onu birazcık övmeye başladım. Bu cümlelerime tav oldu ve sorularıma cevap vermeye başladı.

Konuştukça döküldüğünü, yalanları ve çelişkilerinin ortaya çıktığını fark ettim. Bir süre onu sıkıştırmadan sorular sordum ve o da konuştu. Konuştukça da yalanları, çelişkileri artmaya başladı.

Sonra tekrar atağa geçip çelişkileri sormaya başladım. Yine sıkıştığını görünce heyete dönüp, “Mehmet Baransu’nun hiçbir sorusuna artık cevap vermek istemiyorum” dedi.

İfadesinde benimle ilgili yarım sayfalık yalan anlatmıştı. Bu yarım sayfada yüzlerce yalan ve çelişki ortaya çıktı. 190 sayfalık polislerle ilgili anlattığı bölümler ise tam bir rezaletti. Mahkemede konuştukça yalanları belgeleriyle ortaya çıktı.

Kaptan Kartal’ın hastanesinde 2013 yılında polislerin yaptığı toplantıya katıldığını söylediği kişilerin tayinleri, tam iki yıl önce Mersin’den başka yere çıkmıştı. Biri o tarihte Van’da görevliymiş. Bir diğeri Ankara’da, bir diğeri de Çorum’daymış. Çorum’a giden kişi 2010 yılında yani tam 4 yıl önce Mersin’den ayrılmış ve hayatında Mersin’e bir daha adımını atmamış. Kaptan Kartal’ın hastanesi ise 2014 yılında faaliyete geçmiş.

Resmi belgelerle bunlar çıktı. Polisler hem HTS kayıtlarını hem de resmi belgeleri mahkemeye sundular. Yalancı tanık, bu belgeler karşısında sesini çıkaramadı. Bu yalanlar karşısına tek bir kelime söyleyemedi.  

Bir polis müdürü hakkında ifade vermişti. “lojmanından alıp, FETÖ toplantısına götürdüm” dediği ismin, 2 yıl önce Ankara’ya tayininin çıktığı ve hiç Mersin’e gelmediği, polisin o tarihte MİT’te çalıştığı, Ankara’da resmi bir görevde olduğu” ortaya çıktı. Bunun gibi binlerce skandal ortaya çıktı.

ASLINDA YALANCI TANIK ŞAHİT OLDUĞUM DEDİĞİ OLAYLAR ESNASINDA AFYON’DA CEZAEVİNDE TUTUKLUYMUŞ.

Ve asıl skandal.

Yalancı tanığın tanık oldum dediği olaylar sırasında aslında Afyon’da cezaevinde olduğu anlaşıldı. Adam Mersin’de tanık olduğunu söylediği olaylar sırasında Afyon’da cezaevindeymiş. Birileri ona Mersin’deymiş gibi ifade verdirmiş.

Cezaevi kayıtlarını istedik ve yalancı tanığın o tarihlerde cezaevinde olduğu belgelendi.

Ve ortaya şu çıktı. Birileri bu şahsa yalancı tanıklık yaptırmış. Olaylara şahit olmadığı için de 190 sayfanın üzerinde kendisine imzalattırılan ifadeyi ezberleyememiş. Saatleri, olayları, tarihleri karıştırmasının nedeni bu. İfadeyi ezberleyememiş. Çok konuşunca da yalanları tek tek ortaya çıkmış.

Yalancı tanığın başka bir yalanı da şuydu; “Hizbullah dosyasını karıştırmışım. Mehmet Baransu değil o kişi Emre Uslu’ydu” dediği olayın da yalan olduğu ortaya çıktı. “WhatsApp’tan canlı yayınla Emre Uslu’yla konuştular, dosyayı ona gönderdiler” dediği tarihte, WhatsApp’ta görüntülü arama yapılmıyormuş. (Bu çelişki mahkemenin gerekçeli kararına da yazıldı. Mahkeme o tarihte görüntülü görüşme olmadığını kararına yazdı.)

Emre Uslu’ya Bylock’tan belge gönderildi dediği tarihte Bylock olmadığı ortaya çıktı. Kısacası yalancı tanığın ifadesinin baştan aşağı uydurma ve yalan olduğu ortaya çıktı. Asıl soru ise şuydu; Bu yalanlar bu kişiye niçin söylettirilmişti?

Bunun iki nedeni vardı. Aşağıda bunları da anlatacağım.  

SÜRPRİZ SES KAYDI ORTAYA ÇIKTI. YALANCI TANIK SES KAYDINDA KENDİSİNE İFADENİN POLİSLER VE BİR AVUKAT TARAFINDAN ZORLA İMZALATTIRILDIĞINI SÖYLÜYOR.

POLİSLER, “İMZALAMAZSAN 4 CİNAYETİ SENİN ÜZERİNE YIKARIZ” DEMİŞ

Yalancı tanık dinlendikten sonra duruşmada tutuksuz olarak yargılanan bir polis memuru ayağı kalktı ve bu kişinin iki ayrı ses kaydının olduğunu, iki ayrı mahkeme dosyasına bu ses kaydın girdiğini söyledi. Bu ses kayıtları bizimle ilgili verdiği ifadeyle ilgiliymiş. Mahkemeden bu ses kayıtları dosyasının getirilmesini istedi.

Bizler şok olmuştuk ve ses kaydının mutlaka mahkemeye getirilmesini biz de istedik. Yalancı tanığın ses kaydının alınması ve mahkeme dosyasına girme hikayesi ise şu şekilde olmuş.

Yalancı tanık, Büyük Birlik Partisi Genel başkan Yardımcısı Kaptan Kartal’ın şoförüymüş. Kaptan Kartal Mersinli. Bu kişi yıllarca ekmek yediği Kaptan Kartal’a iftira atmış ve onun tutuklanmasına neden olmuş. Bunun üzerine BBP yöneticilerinden iki isim ve Kaptal Kartal’ın çocuklarından biri bu kişiyle Mersin’de buluşmuşlar. Savcıya verdiği ifadeyi, yalanlarını, iftiralarının nedenini öğrenmek istemişler. Bu şahısla buluşmuşlar. Görüşmeyi de kayıt altına almışlar.

Yalancı tanıkla iki kez görüşmüşler ve ikisini de kayda almışlar.  

Yalancı tanık, kendisinin polisler ve yargılandığımız davadaki bir avukat tarafından tehdit edildiğini, ifade vermez ise üzerine cinayet atılacağını ses kaydında söylüyor. İfadeyi polislerin yazdığını, kendisinin imzalamak zorunda bırakıldığını söylüyor. Davamızda müşteki olan avukatın ifade karşılığı kendisinin para borcunu ödediğini, bu avukatın emniyete para yedirdiğini, istediği adamı içeri aldırdığını belirtiyor.

Yalancı tanığın bir davası varmış. Hapis cezası paraya çevrilmiş. Parayı ödemezse hapse girecekmiş. Bu davası nedeniyle de tehdit edilmiş. Polisler ve yanındaki avukat bu parayı ödeyeceklerini, karşılığında da davamızdaki ifadeyi vermelerini istemiş. O da bu kişilerin isteklerini kabul etmiş. Ses kaydında tüm bunları yer, isim ve tarih vererek detaylı, bir şekilde anlatıyor.

Yalancı tanık ifadesinde polislerin kendisini tehdit ettiğini de anlatıyor. Ses kaydından aynen aktarayım: “Onlar dediler ki, biz bu işleri senin üstüne çeviririz 4 tane cinayet senin üstüne kalır. Gayri meşru cinayetler de (faili meçhul demek istiyor) senin üstüne kalır. Gidersin deliğe. Ömrünce cezaevinde sürünürsün. Ailenden de birini yanına göndeririz dediler.”

Hakkımızda soruşturmayı yürüten polisler, bu yalancı tanığa bu iftiraları söylettirip ifadesini almışlar. Sonra da kumpasın içine Talip Akgedik adlı savcı girmiş. Hakkımızdaki iddianameyi düzenleyen savcı. Yalancı tanığı bu kez savcıya götürmüşler. Orada iftiralarını yinelemiş. Savcı da anlattıklarının doğruluğunu araştırmadan bizleri suçlamak için bu ifadeyi mahkemeye göndermiş. (Bu savcı Yargıtay’a atandı. Halen Yargıtay’da. Çocuğunu 17-25 Aralık sonrası bile Mersin’de Fethullhaçıların Yıldırım Han okulunda okutan bir savcı.)  

Polislerin bu yalancı tanığı bulmalarının ise iki nedeni var. Yargılandığımız davada bu polisler onlarca sahte belge düzenlediler. Bilgisayarlara bilgi ve belge yükleyip, benimle birlikte yargılanan polisleri suçladılar. Jandarma Kriminal raporlarıyla bu polislerin bizleri suçlamak için belge ürettikleri ortaya çıktı. Üstelik iki ayrı raporla. Mahkeme kararı olmadan hard disk inceleyip, hard disklere de bilgi yükledikleri ortaya çıktı. Resmi raporlar ortaya çıkınca da adli emanetteki bu hard diskler bir anda bozuldu. İşledikleri suçlar ortaya çıkmasın diye birileri adli emanetteki hard diski bozdu. Mahkeme bu hard diskin adli emanette bozulduğunu gerekçeli kararına da yazdı. Mahkeme kayıtlarına girdi.

Yalancı tanığı yönlendiren bir kişi ise davamızda müşteki olan bir avukat. Benimle birlikte yargılanan polis müdürleri ve polisler işte bu avukatın kayın pederi ve akrabasıyla ilgili 2012 yılında soruşturma açmışlar. Haklarında onlarca suçlama var. “Suç örgütü kurma, haklarındaki davalarda bilirkişilere rüşvet verme, adil yargılamayı etkileme” gibi onlarca suçlamayla soruşturma açılmış.

Bu polislerin FETÖ adına bu soruşturmayı açtığı iddia edildi. Polisler ondan yargılandılar. İşte bu şahıslarla ilgili soruşturmayı açan polis müdürü yalancı tanık dinlendikten ve ses kaydı ortaya çıktıktan sora duruşmada kalktı ve şunu söyledi. “Biz bu adamlarla ilgili soruşturma açtık. Rüşvetin belgesini yakaladık. Kayda aldık. 17-25 Aralık sonrası bize iftira atıp, suçları ortay acıkmasın diye cemaatçi diye görevden aldılar. (Bu müdür FETÖ’den beraat etti. ) Biz görevden alındıktan sonra yerimize gelen müdürler, dosyamız sağlam olduğu için mecburen operasyon yapmak zorunda kaldılar. Bu adamlarla ilgili dava açıldı. Biz bu kişilerle ilgili soruşturma açtık diye bu mahkemede ‘FETÖ’ üyeliğinden yargılanıyoruz ama bu davadan çıkıp yan mahkemeye gidiyoruz. Orada ise bu adamlar yargılanıyorlar. O mahkemede ise rüşveti yakaladığımız için tanık olarak dinleniyoruz. Biz bu adamların bilirkişilere verdiği rüşveti kameralarla kayda aldık.

İşte bu kişiler bu davalarından kurtulmak için yalancı tanığa 190 sayfalık ifade verdirdiler. Bu ifadeyi o mahkemelere delil diye sunup, beraat etmeye çalışıyorlar. ‘FETÖ bize kumpas kurdu’ demek için bu yalancı tanığa ifade verdirdiler. Biz rüşvetin belgesini yakaladık. Bu yalancı tanıkla bir taşla iki kuş vuruyorlar. Hem bizlere FETÖ’den ceza verdirmek hem de kendi davalarından kurtulmak istiyorlar.

(Bu iş adamı ve avukat hakkında bu soruşturmayı başlatan ve bu cümleleri duruşmada söyleyen polis müdürü FETÖ üyesi olmak suçlamasından BERAAT etti. Onlara kumpas kurmadığını mahkeme karara bağladı. Not olarak belirteyim.)

Yalancı tanığa bu ifadenin verilmesinin nedeni aslında buydu. Benim ismimin ifadeye eklenmesinin nedeni de savcının hakkımdaki iddialarının tamamının yalan olduğunun ortaya çıkmasıydı. Hakkımda iddianame düzenleyen savcı ve polislerin yargılanacaklarını mahkemede haykırmamdı. Onların düzenlediği sahte belgeleri mahkemede ortaya çıkarmamdı. Bu nedenle benim ismimi bu yalan ifadeye kattılar.  

Yalancı tanık ses kaydında müşteki olan bu avukatın, hakkımızdaki soruşturmada kolluk kuvveti olarak görev yapan Mersin emniyetindeki polislerle nasıl bir ilişki içinde olduğunu da anlatıyor. Bu avukat benim Taraf gazetesindeki GDO’lu pirinç haberimde ismi geçen iş adamının damadı. Bu haberim nedeniyle ben Mersin’de şu şekilde suçlandım ve yargılandım; “Bu iş adamı AKP’li. Sen AKP’li iş adamını haber yaparak aslında hükümeti hedef aldın. Yıkmaya çalıştın. Bunu da FETÖ adına yaptın. Hükümeti yıkmaya teşebbüsten ve terör örgütü yöneticiliğinden seni suçluyoruz.”

2015 yılında bana bu suçlama yapılıp, hakkımda Mersin’deki işte bu dava açıldı.

15 Temmuz darbe girişiminden sonra Mersin’de yüzlerce kişinin ifadesi alındı.  Bu iş adamının AKP’li değil, Fethullahçı olduğu, onlara yurt yaptırdığı, onlara maddi yardımda bulunduğuna dair 20’nin üzerinde isim ifade vermiş. MASAK araştırma yapmış ve bu şahsın Fethullah Gülen’in emrinden sonra Bank Asya’ya 10 milyon liranın üzerinde para yatırdığını tespit etmiş. Mersin’deki 15 Temmuz darbesini yapan generalle daha önce fabrikasında gizli gizli buluştuğunu savcı HTS kaydıyla ortaya çıkardı. Bu kişi ve ailesi hakkında FETÖ ÜYELİĞİNDEN DAVA AÇILDI. Kaderin cilvesine bakın ki davası benimle aynı mahkemeye düştü. 2018 yılında bu adama ve ailesine FETÖ’ye yardımdan mahkeme ceza vermek zorunda kaldı.  

“AKP’li iş adamını hedef aldın” diye beni suçladıkları suçlama bu mahkeme kararıyla düşmesine rağmen, bana yine de ceza verdiler. Hukuk tarihine geçecek ceza verilmesi hikayesini bu davayla ilgili yazdığım diğer yazımı okuyup öğrenebilirsiniz.  

Yalancı tanık olayını özetlersem, polis ve savcı yaptıkları hukuksuzluklar ortaya çıkmasın diye bizi suçlamak için yalancı tanığı bulmuşlar. Müşteki avukatın ise yargılandıkları davaları etkilemek için yalancı tanığı bulduğu, mahkeme huzurunda polis müdürü tarafından açık açık belirtildi.

(Yarın üçüncü bölüme devam edeceğiz. MERSİN EMNİYETİNDE MUHBİR OLARAK ÇALIŞAN YALANCI TANIK RAMAZAN MURAT IŞIK)

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

SES KAYITLARI MAHKEMEYE GETİRİLDİ

Yalancı tanığın ses kayıtlarının mahkemelerden istenmesini talep ettik. İlk önce kayıtların bir kısmı geldi. En önemli kısmının mahkemeden saklandığını anladık. Polisler ve avukatla ilgili kısım gelmemişti. Tekrar talep ettik. Heyet kabul etti. Daha sonra 11 sayfalık ses kaydı geldi ve yalancı tanık burada her şeyi açık açık itiraf ediyordu. Kendisini kimin nasıl tehdit ettiğini, bu iftiraları imzalamazsa başına işler geleceğini, avukatın polislere para yedirdiği, rüşvet verdiği gibi onlarca ayrıntı kendi ağzından anlatılıyordu. Bu polisler ve avukat kendisini savcıya götürüp, bu ifadeyi verdirmişlerdi. Ses kaydındaki iddiası bu şekildeydi.

AFYON CEZAEVİNDE KİMİN BU YALANCI TANIĞI ZİYARET ETTİĞİ, HAKKIMIZDA YALAN İFADE VERMESİ İÇİN KENDİSİNİ ZORLADIĞINI MAHKEME ARAŞTIRMADI

Afyon cezaevinde de birileri kendisini ziyaret etmiş. Kimin ziyaret ettiğini öğrenmeye çalıştık ancak mahkemede tanık bunu açıklamadı. Mahkemeden cezaevi kayıtlarının getirilmesini istedik ancak bu taleplerimizi mahkeme kabul etmedi. Mahkeme sanki ziyaret edeni biliyordu ve ortaya çıkmasını istemiyordu. Taleplerimizi kabul etmedi. Afyon cezaevinde bu yalancı tanığı kimin ziyaret etiğini bu nedenle öğrenemedik. Halen de bilmiyoruz. Bu kişinin üst düzey bir devlet görevlisi ve bir avukat olduğu yönünde iddialar var.  

Ses kaydında özetle şunlar vardı. (Mahkeme dosyasına giren ses kaydını ek olarak yazının altında bulabilirsiniz.)

Yalancı tanık, mahkemedeki ifadesinde, avukat M. A’yı tanımadığını, yüz yüze gelmediklerini söylemesine rağmen, 02/11/2018 tarihli Mersin savcılığına verdiği 2018/26134 soruşturma sayılı dosyasındaki ifadesinde avukatın kendisiyle şoförü aracılığıyla irtibat kurduğunu, 52 katlı binaya kendisini çağırdığını, ifadesinin avukat ve polisler tarafından hazırlandığını, tehdit edildiğini, darp edildiğini anlatmış.

Mersin C. Başsavcılığı 2016/32752 soruşturma nolu dosyasındaki ses kaydında ise yalancı tanık Ramazan Murat Işık’ın bir hapis cezası olduğu, paraya çevrildiği, parayı ödemezse hapse gireceği anlatılıyor. 7 bin lira karşılığında bu ifadeyi vermiş.

Ses kaydı çözüm tutanağının 4, 5, 6’ncı sayfalarında müşteki olan avukat M. A.’nin kendisiyle görüştüğünü, yanına gittiğini, onun da kendisini Mersin emniyetine götürüp, İstihbarat ve TEM polisleriyle görüştürdüklerini, ifade vermeye zorlandığını, oradan ayrıldığını ancak polislerin kendisini hastanede takip ettiklerini sonra savcılığa gidip ifade verdiğini söylüyor. İfadeyi kendisinin söylemediğini, onların yazdığını, ifadeye imza atmazsa kendisinin üstüne 4 cinayet yükleyecekleri tehdidinde bulunduklarını ilk ses kaydında anlatıyor.

Mersin 6. Asliye Ceza Mahkemesindeki yalancı tanık Ramazan Murat Işık’a ait ikinci ses kaydında ise daha ayrıntılı bilgiler yer aldı. Yalancı tanık ses kaydında, 15 Ağustos’ta polislerin kendisini savcılığa götürdüklerini orada belirlenen ifadenin kendisine verdirildiğini ses kaydında itiraf ediyor. Ses kaydında itiraf edildiği gibi Ramazan Murat Işık’ın ifadesini savcı Talip Akgedik 15 Ağustos 2016 tarihinde almış. Benimle ilgili yarım sayfalık ifade bu şekilde verilmiş.

Ses kaydında yalancı tanık, zorla ifade vermesine tanık olan onlarca isimden de bahsetmişti. Bu isimlerin de mahkemeye tanık olarak getirilmesini, HTS kayıtlarının incelenip aynı yerde olup olmadıklarının tespitini istedik. Mahkeme bu taleplerimizi de kabul etmedi. Mahkeme yargılama boyunca resmen suçluları korudu. İşlenen suçlar ortaya çıkmasın diye uğraştı.

YALANCI TANIK RAMAZAN MURAT IŞIK’IN MERSİN EMNİYETİNDE MUHBİR OLARAK ÇALIŞTIĞI ORTAYA ÇIKTI

Yargılama devam ederken yalancı tanığın emniyette muhbir olarak çalıştığı ortaya çıktı. Mahkemede kendisine bu durumu da sorduk. Emniyet istihbarata muhbir olarak çalıştığını kabul etti. Bağlı olduğu polislerin isimlerini tek tek açıkladı. Polis, kendi elemanına bizimle ilgili yalan ifade verdirip bizlere iftira atmıştı. Savcı da buna bilerek ve isteyerek alet olmuştu. İşin en acı tarafı ise tüm bu isimler halen görevdeler. Rüşvet alırken yakalanan bir müdür hariç hepsi görevdeler.      

HAYATIMDA HİÇ MERSİN’E GİTMEDİĞİM, DENİLEN TARİHTE İSTANBUL’DA OLDUĞUM ORTAYA ÇIKTI

Yalancı tanığın bu beyanları üzerine mahkemeden telefon HTS kayıtlarımın mahkemeye getirilmesini istedim. Bir ay sonra mahkemeye HTS kayıtlarım geldi. Bırakın 2014 yılını, Mersin’e hiç gitmediğim ortaya çıktı. Mersin’de, Tırak Obasında olduğum söylenen tarihte İstanbul’da olduğum ortaya çıktı. Yalancı tanığın Mersin’de olduğumu söylediği tarihte ben İstanbul’da, Adnan Aybaba ile TVEM kanalında spor programında canlı yayında kavga ediyormuşum. Yalancı tanığa ifade verdirenler bu gerçeği atlamışlar.

KARAR GAZETESİ, AYDINLIK, SABAH GAZETESİ VE ODA TV… YALANCI TANIĞIN İFADESİNDEKİ MASAJ SALONU GÖRÜNTÜSÜNÜ, BENİMLE İLGİSİ OLMAMASINA RAĞMEN, BENİMLE İRTİBATLANDIRIP HABER YAPTILAR.

YALANCI TANIĞIN İFADESİNDE BİLE BÖYLE BİR İDDİA YOKTU. YALANCI TANIK GDO PİRİNÇ HABERİYLE İLGİLİ SES KAYDINDAN BAHSETMİŞTİ. ONLAR İFADEYİ ÇARPITIP, MASAJ SALONA GÖRÜNTÜSÜ VERİLMİŞ GİBİ HABER YAPTILAR.

KARAR GAZETESİ, SONER YALÇIN, BARIŞ PEHLİVAN, BARIŞ TERKOĞLU, HADİ ÖZIŞIK OPERASYONUYLA YAPILAN YALAN HABERLER

Yalancı tanığın bu ifadesiyle ilgili canımı sıkan bir olay da şu oldu. Yalancı tanık, yaklaşık 190 sayfalık ifade vermiş. Benimle ilgili ifadesinde söylediklerini yukarıda anlattım. 190 sayfalık ifadede benim ismim sadece yarım sayfalık bir yerde geçiyor. GDO’lu pirinçlerle ilgili ses kayıtlarının bana verildiği iftirasında bulunmuş. Onların tamamının yalan olduğunu da yukarıda anlattım. Mahkeme de bunların yalan olduğuna karar verdi.

Yalancı tanık ifadesinde yüzlerce olayla ilgili bilgi verirken, Adana ve Mersin’de bir Belediye Başkanıyla ilgili de konuşmuş. Polisler Adana’da bir masaj salonuna yönelik operasyon yapmışlar. Salonun kamera görüntülerinin bir kopyası operasyon kapsamında polislerce alınmış. Kayıtlarda bazı kişilerin ve Belediye Başkanı’nın görüntüleri varmış.

Yalancı tanık, bu olayı ifadesinde anlatırken, operasyonu yapan polisleri suçlamış. Masaj salonuna kamera koydular demiş. Anlattığı bu masaj salonu bölümünde benim ismim geçmediği gibi, benimle olay arasında bir bağlantı iddiası da yok. Benim hakkımda verdiği yalan ifadeden sayfalar sonra bu olayı anlatmış. Ancak Karar gazetesi, Aydınlık gazetesi ve ODA TV, yalancı tanığın ifadesindeki bu bölümü alıp haber yapmışlar. Haberde de benim ve Emre Uslu’nun fotoğrafını birlikte kullanmışlar. Haberde şunu iddia etmişler. Şu algıyı yapmışlar. “Bu masaj salonundaki uygunsuz görüntüler bana ve Emre Uslu’ya verilmiş.”

Yalancı tanık bile ifadesinde böyle bir iddiada bulunmazken, bu gazeteler sırf beni suçlamak için iftira atmışlar. Oda TV ve Aydınlık’ın haber yapmasını anlayabiliyorum. Onların sayısız operasyonunu kamuoyuna duyurdum. Anlamadığım Karar Gazetesi ekibiydi. Onlar sanırım “dindar, Allah’a inanan, Müslüman olduğunu söyleyen, dini bütün insanlardı.” Sanırım. 17/25 Aralık yolsuzluk soruşturması sonrası bu kişilerin tutumunu eleştirmem içlerinde derin bir yara olmuş. 17-25 soruşturmasına “kumpas, montaj” demiş, Saray’ın bekçiliğini yapmışlardı. “Liderimiz Tayyip Erdoğan’a bu bir yargı darbesidir” diye manşetler atmışlardı. Bu zevatı o dönem mümkün olduğu kadar kamuoyuna duyurmaya çalıştım. Bir gazeteyi yöneten şahıs beni direk hedef almaktan korkmuş ve yanında tetikçi olarak kullandığı bir başörtülü kadını üstüme salmıştı. O da köşesinden “MEHMET Baransu AKP’nin yolsuzluklarını yazacak” diye bağırmaya başlamıştı.

Bu ekip saraydan kovulduktan sonra bir anda aydınlanma yaşadılar. Karar diye bir gazete çıkarmaya başladılar. Bu gazeteyle birlikte yolsuzluğun günah ve haram olduğunu anlayıp, gazetelerinde ayetler, hadisler paylaşmaya başladılar. 17-25’e “kumpas, montaj, darbe” diyen bu takım önce “mini darbe” demeye ardından da “17/25 AKP’nin kırılması oldu. Bu bir yolsuzluktu” demeye başladılar.

KARAR gazetesini hakkımda yaptığı bu iftira nedeniyle Allah’a havale ettim. Öte tarafta kendileriyle bu iftiralarından dolayı Allah huzurunda hesaplaşacağım. O çetin hesap gününe hazırlıklı olsunlar.

Bir de bu haberleri alıntılayıp kendi internet sitelerinde haber yaptıran başka bir isim vardı. İsmi Hadi Özışık. O beni, ben de onu yakından tanıyordum. Bu aşağılıkça operasyonda aldığı görevden dolayı onunla çıkınca hesaplaşacağım. Hesaplaşacağım tek konu da bu olmayacak. Cezaevinden çıkacağım güne hazırlıklı olsun Hadi Özışık. Veyis Ateş’ten daha kötü bir duruma düşecek. Şimdilik bu kadarıyla yetineyim.

Konuya tekrar döneyim. Yalancı tanık ifadesinde masaj salonu olayını anlatırken benim ismim tek bir yerde geçmiyor. Ancak, Karar gazetesi, Oda TV, Soner Yalçın ve elemanları, bu yalanı yazıp, bana iftira attılar. Fotoğrafımı kullanıp, aşağılıkça kaset algısı yaptılar. Çıplak vaziyette kadın fotoğraflarının bana verildiği algısına, iftirasına imza attılar.

YALANCI TANIĞIN MASAJ SALONU İDDİASI DA YALAN ÇIKTI

Şunu da belirteyim. Yalancı tanığın anlattığı bu masaj salonu olayının da yalan olduğu ortaya çıktı. Dava dosyamızda suçlanan polisler bu görüntülerin dosyaya getirilmesini istediler. Masaj salonunda uygunsuz görüntü olmadığı gibi belediye başkanı da hiçbir polisten şikayetçi olmadı. “Böyle bir şey yok” dedi ve hakkımızda iddianame düzenleyen savcı ve polisleri suçladı. Yalçın Bayer, ben cezaevindeyken bu olayın perde arkasını Hürriyet gazetesindeki köşesinde ayrıntılı yazdı. Belediye Başkanına komplo kurmak ve itibarsızlaştırılmak için bu masaj salonu ve görüntüsü yalanının ortaya atıldığını yazdı.

Yalçın Bayer’in bu yazısı benimle beraber yargılanan polisler tarafından mahkemeye delil olarak sunuldu. Belediye Başkanı da mahkemede kendisine kimlerin niçin komplo kurduğunu tek tek açıkladı.

İşte bu aşağılıkça komployu kullanıp, bu gazeteler bana iftira atmaya çalıştılar.

Yapılan bu aşağılıkça haberden tam 3,5 yıl sonra avukatım sayesinde haberdar oldum. Haberin fotokopisini bana getirdi. Bu yalan haberi okurken ağzımdan şu cümleler çıktı. “Allah’ım, eğer bu haberde yazılanlar doğruysa benim canımı hemen al. Yok eğer haber yalansa (ki yalan) Karar gazetesinde, Oda TV’de, Aydınlık ve Sabah gazetesinde, memurlar.com internet sitesinde, diğer sitelerde bu yalan haberi yapanların, yaptıranların canlarını hemen al Allah’ım. (Hadi Özışık bu yeminime sen de dahilsin. İnternet sitelerine aldığın o aşağılıkça haberden dolayı yemine AMİN demen yürekliliğini senden bekliyorum.)”

Cezaevinde yüzlerce sorunla boğuşurken bu yalan haber canımı sıkmıştı ve ağzımdan bu cümleler çıktı. Bir de ALLAH’a inandığını, Müslüman olduğunu söyleyen Karar gazetesi ekibinin bu aşağılıkça olayda yer alması, ağzımdan bu cümlelerin çıkmasının bir diğer nedeniydi.

MAHKEMENİN GEREKÇELİ KARARI: “YALANCI TANIĞIN ANLATTIKLARINI HÜKME ESAS ALMIYORUZ. DİKKATE ALMIYORUZ. ÇÜNKÜ SÖYLEDİKLERİ YALAN….”

Yalancı tanığın ifadesinin tamamen yalan olduğu mahkemeye gelen HTS kayıtları, belgelerle ortaya çıktı. Ses kaydı mahkeme dosyasına girdi. Dava sonunda mahkeme gerekçeli kararında bu kişinin anlattıklarının hükme esas alınmadığını karara geçirildi. Üstelik de tam 40 ayrı yerde bunu yazdı. Benim o tarihte İstanbul’da olduğumu karara yazdı. Tanığın çelişkilerinden bazılarını karara not olarak düştüler. Mersin’de olduğunu söylediği polislerin tayinlerinin yıllar önce Mersin’den çıktığını, o tarihte başka illerde görevde olduklarını kararda belirttiler. Kaptan Kartal’ın hastanesinde yapıldığı iddia edilen toplantı tarihinde hastanenin faaliyette bile olmadığı ortaya çıktı. Bu da kararda yazıldı. Emre Uslu’ya dosya verildiği, WhatsAppta görüntülü görüşme yapıldığı denilen tarihte WhatsApp’ta görüntülü görüşme yapma imkanının olmadığını mahkeme karara yazdı. Bu kişinin tanık oldum dediği olaylar esnasında Afyon cezaevinde tutuklu olduğu kararda belirtildi. Özetle bu kişinin söylediklerinin yalan olduğu karara yazılıp, hükme esas alınmadığını mahkeme heyeti kayda geçirdi.

Aklınıza hemen şu gelmesin: “Mahkeme heyeti adil bir yargılama yapmış ve yalancı tanığın yalanlarını hükme esas almamış.”. Bu tanığın yalanları artık çuvala bile sığmadığı için mahkeme bunları kararında belirtmek zorunda kaldı. Mahkeme heyeti cumhuriyet tarihine geçecek hukuksuzluğa imza attı. Benimle ilgili verdiği karar hakkında yazdığım yazıyı okuyunca bu heyetin nasıl bir yargılama yaptığını göreceksiniz. Bu mahkeme heyeti bize ceza vermek için özel olarak oluşturuldu. Bizim savunmamızı dinleyen hakimler görevden alınıp yerlerine karar vermek için bu heyet getirildi. Mahkeme Başkanı duruşmadaki ilk gününde ağzından ilk olarak şu cümleyi çıkardı: “Bu mahkeme için özel olarak oluşturulduk. Özel heyetiz. Direk kaleye gideceğiz. Sonuca gideceğiz.”

Bu cümlelerini Segbis açık değilken söyledi. SEGBİS açılınca tekrar etmesini istedik. Cesaret edip tekrarlayamadı ancak bizim zorlamamızla kurduğu bu cümleler kayda girdi. Heyet böyle bir heyet. Savunmamı bile almadan, mahkemeye gelecek belgeleri bile beklemeden hakkımızda hüküm verdi.

Tekrar yalancı tanık olayına dönecek olursam. Mahkeme bu şahıs hakkında suç duyurusunda bile bulunamadı. Bulunmadı demiyorum dikkat ederseniz BULUNAMADI diyorum. Mahkemenin niçin suç duyurusunda bulunamadığı, kimlerden korktuğu ise bu dönem kapandıktan sonra ayrıntılarıyla ortaya çıkacaktır.

(Yarın dördüncü bölümle devam edeceğiz. POLİSLER VE SAVCI VEFAT EDEN BİR POLİSİN CEP TELEFON KARTINA BİLGİ VE BELGE YÜKLEYİP BİZLERİ SUÇLADILAR. BU İŞLEMİ DE EMNİYETİN BİLGİSAYARINDA YAPMIŞLAR.)

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM

POLİSLER VE SAVCI VEFAT EDEN BİR POLİSİN SD KARTINA BİLGİ VE BELGE YÜKLEYİP BİZLERİ SUÇLADILAR. BU İŞLEMİ DE EMNİYETİN BİLGİSAYARINDA YAPMIŞLAR.

İşte Mersin’deki davamda bir yalancı tanığın hikayesi bu şekildeydi.

Yalancı tanığa ve ona para karşılığı bunları söyletenlere bir şey yapıldı mı diye merak ediyorsanız söyleyeyim. Mahkeme kılını kıpırdatmadı. Polisler terfi aldılar. Şuan Ankara’da üst düzey görevde çalışıyorlar. Beni yargılayan ilk hakim emekli oldu. Yanındaki kadın üye İstanbul’a atandı. 6 yaşında evlendirilen kızın davasına bakacak olan Başkan işte Mersin’deki o kadın üye hakim.

Yalancı tanığı mahkeme huzuruna getirten ikinci Başkan davamızdan alındı. Yerine ise “bu dava için özel oluşturulduk, atandık” diyen ve bana 19 yıl 6 ay hapis cezası veren heyet getirildi.

Bu anlattıklarım, bu davada yaşanan hukuksuzluklardan sadece bir kaçı. Yüzlerce benzer hukuksuzluk yaşandı. Soruşturmayı yapan savcı ve polisler, ölü bir kişinin cep telefonuna bilgi yüklediler. B unu o kadar korkusuz ve pervasızca yaptılar ki ortaya çıkacağını bile tahmin etmediler. Mersin Emniyet Terör Şube bilgisayarında bu sahte belge yükleme işini yaptılar.

Bu işlemi yapan kişilerden bazıları daha sonra FETÖ borsası kapsamında rüşvet alırken yakalandılar. Bazılarının ismi gözaltındaki Fethullahçılara işkence yapma olaylarında geçti. Bazıları ise terfi ettirildiler ve Emniyetin en üst düzey görevlerinde bulunuyorlar.

Ölü bir kişinin cep telefonundaki SD karta bilgi yükleyip, sanıkları suçlama olayı ise şu şekilde gerçekleşip, ortaya çıktı.  

Emniyet’te polislerin kullanacakları bilgisayarlara WORD programı yükleniyor. Lisanslı program olduğu için de Word programı yüklenen her bilgisayarı kim kullanıyorsa o polisin ismi yazılımın altına yazılıyor. İsmi ve sicil numarasıyla birlikte. Bir Word metnini kim yazmışsa alt metninden yazan bu şekilde tespit ediliyor.

Mersin Emniyetinde Word programının yüklendiği her bilgisayar programına da o bilgisayarı kullanan polisin ismi yazılmış. Polislerin bazıları yazılımın altında kendi isimlerinin olduğundan habersizler.

2013 yılında 17-25 Aralık operasyonu olunca tüm Türkiye’de olduğu gibi Mersin’de de polis müdürlerini ve amirleri görevden alıyorlar. Yerlerine de daha önce rüşvet ya da başka gerekçelerle o bölümden gönderilen kişileri atıyorlar. Yeni gelen müdür ve amirler bilgisayarlardaki Word yazılımın altında işlem yapanın ismimin göründüğünden habersizler. Habersiz oldukları için de sahte belgeleri Mersin Emniyeti Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü’nün bilgisayarında hazırlayıp ölen kişinin SD kartına yüklüyorlar. Sonra da savcıyla birlikte benimle yargılanan ve cemaatçi olduğu iddia edilen polisleri suçluyorlar. Dosyaya bu sahte veriyi delil diye koyuyorlar. İşlem ise şöyle gerçekleştiriliyor.

Mersin’de bir polis memuru motosikletiyle kaza yapıp ölüyor. Telefonu eşine veriliyor. Ölümünden 10 gün sonra bir savcı ve bir emniyet müdürüne gökten vahiy geliyor. Bu ölen kişinin cep telefonunda bilgi olduğu şüphesiyle ölen kişinin eşine gidiyorlar.

Ölen kişinin telefonunu mahkeme kararı olmadan günler sonra eşinden alıyorlar. İnceliyorlar. Sonra da şunu iddia ediyorlar;  “Cep telefonunun SD kartında iki adet Word dosyası bulduk. Bu dosyada Fethullhaçı polislerle ilgili bilgiler; isimler, sicil numaraları mevcut.”  

Bu Word dosyaları dava dosyamıza delil diye konulduğu için içindeki tüm bilgilerden haberdar oldum. Mersin, Adana, Mardin, Antep gibi illerde çalışan polislerin ismi ve sicil numaraları yazılmış. Bu kişilerin Fethullahçı olduğu iddia edilmiş. Bazı olaylar anlatılmış.

SD karttaki bu iki dosya savcılığa verilmiş. O da delil diye dava dosyamıza koyup, bizim davada yargılanan polisleri suçlamış. Ayrıca bu iki dosya Ankara Cumhuriyet Savcılığı’na da gönderilmiş. Serdar Çoşkun adlı savcı bu iki dosyayı alıp Ankara’daki çatı davasına koymuş. Bu iki dosya ve dosyadaki bilgiler ayrıca Türkiye’deki birçok Fethullahçı dava dosyasına ve iddianamesine de delil olarak konmuş.

Türkiye’deki neredeyse tüm Fethullahçı davalarında delil olarak giren bu dosyayla ilgili bakın daha sonra hangi gerçekler ortaya çıktı.

Ölen polisin cep telefonundaki SD kartta aslında bu iki dosya yokmuş. Polis ve savcı bir kumpas kurup, insanları suçlamak için bir plan yapmışlar.

Cep telefonunu ölen kişinin eşinden Mersin Emniyeti Terör Şube almış. Bu şube kendi bilgisayarında oluşturduğu bu iki dosyayı ölen kişinin cep telefonunun SD kartına yüklemişler. Bulduk diye de önce Mersin savcılığına sonra da tüm Türkiye’deki savcılıklara göndermişler. İki Word dosyası emniyetin bilgisayarında hazırlanıp SD karta yüklendiği için de alt yazılımda hangi bilgisayarda, kim tarafından hazırlandığı kaydedilmiş. Ancak 17/25  Aralık sonrası bu birimlere atanan yeni müdürler bu gerçeği bilmiyorlarmış. Bilmedikleri için de bu açığın farkında olmadan bizim dosyamıza da bu sahte delili koydular.

Mahkemede dava devam ederken bizlerin talebi üzerine bu SD kart jandarma kriminal tarafından incelendi ve rapor hazırlandı. Raporda bu iki Word dosyasının Mersin Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü bilgisayarında yüklendiği ortaya çıktı. Hatta WORD olarak dosya yüklendiği için yüklemeyi yapan iki polis memurunun ismi ve sicil numarası da yer aldı. Zaten iki dosya SD karta bir saniyede yüklenmiş. Bilgisayardaki hazır metni, SD karta kopyalamışlar. Word lisans programları da yukarıda belirttiğim gibi isme tahsisli olduğu için tüm kumpas ve sahtecilik ortaya çıktı. Jandarmanın yanı sıra iki ayrı kurumdan alınan raporda da aynı sonuç ortaya çıktı.  

Çocuğunu Fethullahçıların okulunda okutan Talip Akgedik adlı savcı iddianamesinde bu SD karta yüklenen bilgiyi gerçek kabul edip, benimle birlikte yargılanan polisleri suçladı. İddianamede tam 53 sayfa bu sahte delili gerçekmiş gibi anlatıp sanıkları suçlamıştı. SD kartı kendisi inceletse bu sahteciliği görecekti ancak o da bu kumpasın içinde yer alanlardan biri olarak inceletmeyip, gerçek kabul ederek sanıkları suçladı.

Bu yüklenen bilgiler arasında ilginç bir olay daha vardı. Bir polis memuruyla ilgili şu yazıyordu. “Soru çaldı, komiser yardımcısı oldu, polislerin o dönem imamıydı. Soruları diğer polislere dağıttı.”

Mahkeme aşamasında şu gerçek ortaya çıktı. Soru çaldığı söylenen kişinin imtihana girdiği ancak 67 alıp elendiği anlaşıldı. Komiser yardımcısı da olamamış. Listede ismi geçen kişilerin çoğunun imtihanı kaybettiği belgesiyle ortaya çıktı. Polisler sahte belge hazırlarken bile gerekli özeni göstermemişler. Kulaktan dolma bilgilerle sahte Word dosyası hazırlamışlar.

Polislerin yüklediği kayıtta şöyle bir cümle geçiyordu. Bir polisin ismi verilerek “yukarıda ismini verdiğim ve hakkında ayrıntılı olayları anlattığım bu kişi” deniliyordu. SD karttaki WORD dosyasına baktığımızda yukarıda isminin ve olayların anlatıldığını söylediği kişi hakkında tek bir kelime bile olmadığı ortaya çıktı. Belli ki emniyet istihbarat servisindeki bilgileri karta yükleyen polisler kopyala yapıştır yaparken eksik yükleme de yapmışlar.

Karta kayıtlar bir saniyede yapılmıştı. Bu da bilgilerin emniyet istihbarat biriminden alınıp polis bilgisayarından bu karta yüklendiğini ortaya çıkardı.

Bunun gibi yüzlerce skandal ortaya çıktı. Ben de bunlar beni ilgilendirmemesine rağmen savcının nasıl bir soruşturma yaptığını gözler önüne sermek için mahkemede anlattım. Bu SD karttaki olaylarla ilgili ben suçlanmıyordum ancak bu olayı yapan polisler GDO pirinç olayında beni suçlayan polislerdi. Benimle ilgili de benzer sahte belgelere imza atmışlardı.  

SD karta bilgi yükleyen iki polis ve amirlerinin tanık olarak mahkemeye getirilmesini ve kendilerine bu durumun sorulmasını talep ettik. Mahkeme tüm taleplerimizi reddettiği gibi bunu da reddetti. Bu sahte belgeyi hazırlayan polisler ve müdürleri hakkında suç duyurusunda bulunduk. Savcı hakkında suç duyurusunda bulunduk. Mahkeme suç duyurusu taleplerimizi almadı.

İddianamede telefon SD kartındaki bilgilerden 53 sayfa bahsedilmiş ve polisler suçlanmıştı. Gerçek ortaya çıkınca mahkemenin gerekçeli kararında bu olaydan tek bir satır bile bahsedilmedi. SD kartla ilgili sanki hiç suçlama yokmuş gibi davranıldı. Delil kabul edilmedi ve olay yok sayılarak geçiştirildi. Polislerin bilgi yüklediği gizlendi.

SD kart ve içindeki yalan bilgiler Ankara’da Serdar Coşkun adlı savcıya gönderilip Türkiye’deki birçok Fethullahçı dava dosyasını iddianamesine delil diye konmasına rağmen, Jandarma Kriminal raporuyla bu bilgileri polislerin yüklediği ve yalan olduğu bilgisi ise herkesten saklandı. Bu dava dosyalarına bu bilgi gönderilmedi ve o mahkemeler bu olayın gerçek olduğunu halen zannediyorlar.  

Bu dönemin yargısının ve polislerinin yaptıkları ileride gün yüzüne çıkacak. Bugün ekranlarda “bağıranlar” ve dahi bazı “anıranlar” o gün utançlarından insan içine bile çıkamayacak hale gelecekler.  

Hakkımda yapılan yalan haberin hikayesi böyle. Cezaevinde sekiz yıldır sustum ancak artık susmayacağım. Sizlerden tek bir ricam var. Bu kişilere bu yazdığım yazıyı her gün mail ya da tweetle atmanız. Bir açıklama yapmaya mecbur bırakmanız. Hücredeki bir insanın bu küçük ricasını da sanırım kırmazsınız

Görüşmek dileğiyle….   Mersin davasında hakkımda nasıl 19 yıl 6 ay hapis cezası verildiğiyle ilgili yazımı da okumanızı isterim.

Silivri’den, hücremden selamlar….

MAHKEME’NİN BU YALANCI TANIĞI HÜKME ESAS ALMADIĞININ GEREKÇELİ KARARDAKİ BÖLÜMLERİNDEN BİR KAÇI.

*Yarın son bölümle yalancı tanık yazımızı bitireceğiz...BARIŞ PEHLİVAN’LA CEZAEVİNDE YAŞADIĞIM OLAY


BEŞİNCİ BÖLÜM

BARIŞ PEHLİVAN’LA CEZAEVİNDE YAŞADIĞIM OLAY

Sanırım Barış Terkoğlu tahliye olmuştu. Avukat görüşünden geliyordum. Hücreme dönerken Barış Pehlivan’ın “ C” koridorunda telefon görüşü yaptığını gördüm. Beynimde bir anda şimşekler çaktı. Bu yalan haberin fotokopisi yanımdaki dosyadaydı. Yalan haberi dosyadan çıkardım. Barış Pehlivan’ın yanına geldiğimde suratına bu yalan haberi çarpacak onu bir güzel dövecektim.

Tamamen ona ve yapacağım eyleme kilitlenmiştim. Sanırım telefonda bir yakınıyla konuşuyordu. Gözüm o kadar kararmıştı ki bunu bile düşünecek durumda değildim. Her adım attığımda yapacağım eylemi planlıyordum.

Yanımdaki memurun bana sorduğu bir soruyla bir anda dikkatim dağıldı. Bir memura baktım, bir de az ileride telefonla konuşan Barış Pehlivan’a. Onun, Barış Terkoğlu’nun ve Hüseyin Ersöz’ün hakkımda yaptıkları yalan haber nedeniyle 2015 yılında tutuklanmıştım. Bunu kamuoyundan saklamak için Balyoz kumpası nedeniyle tutuklandığım yalanını ekranlarda dile getiriyorlardı. Bu yetmezmiş gibi ben içerdeyken bir de bu yalancı tanığın ifadesini çarpıtıp haber yapmışlardı.

Memur’un ne sorduğunu şuan hatırlamıyorum. O an şunları düşündüm. Memur birkaç saniye sonra olacaklardan habersizce yanımda yürüyordu. Barış Pehlivan’ı dövdükten sonra bana hücre cezası vereceklerdi. Bir de görüş yasağı verilebilirdi. Hücre cezasına da görüş yasağına da o an razıydım. Tek isteğim bu aşağılıkça haberi onun suratına çarpmaktı. Hücrede kalırken ruhum özgür olacak, suratına haber fırlattığım o an, gözümün önüne gelecek ve hücredeki her anımdan zevk alacaktım. Esaretin Bedeli filmindeki “müzik dinletme” sahnesi sonrası hücrede yaşanan mutluluğu yaşayacaktım. Buna değerdi. Barış Pehlivan’ı bir güzel dövüp ceza almaya değerdi.

Koridorda bir adım attım… bir adım daha…. Barış Pehlivan’la aramda çok az bir mesafe kalmıştı. Memur bir ara dönüp bana baktı. O an, memurun gözlerinde çocuğunu, eşini ve sevdiklerini gördüm. Benim yüzümden soruşturma geçirecek, belki açığa alınacak belki de sözleşmesi feshedilecekti. Bunu ona yaşatmaya hakkım yoktu.

Elimdeki ODA TV’de çıkan yalan haberin fotokopisini tekrar dosyaya koydum. Barış Pehlivan’la aramda iki metre kalmıştı. Beni görünce kafasını çevirdi. Arkasını döndü ve yere baktı. Telefonla konuşmaya devam etti. Yanından geçip hücreme gittim.

Yalancı tanık, yalan söylediği ifadesinde bile bu olayla benim aramda bir irtibat kurmamışken, adım o bölümde geçmiyorken, bunlar aşağılıkça bir haber yapmışlardı. Fotoğrafımı yayınlamış, yanına da “o belediye başkanının yatakta çıplak vaziyette bir bayanla çekilen birçok fotoğrafı vardı” başlığını atmışlardı. Benzer aşağılıkça başlığı Karar gazetesinin sözüm ona “dini bütün tipleri” de atmıştı.

(Yarın yalancı tanığın ses kaydı tapeleriyle devam edeceğiz.)